Doç. Dr. Durmuş Yılmaz Her geçen gün daha açık görülüyor ki, Kıbrıs yalnızca Türkiye'nin değil, Yunanistan'ın, AB'nin ve ABD'nin dış politikalarının ekseninde bulunmaktadır. Diğer taraftan, Kıbrıs'ın konumu, İsrail başta olmak üzere Suriye, Lübnan ve Mısır'ı da yakından ilgilendirmektedir. Türkiye, ne geçmişte ne de günümüzde meselenin önemini maalesef tam olarak kavrayabilmiş değildir. Rauf Denktaş'ın yıllardır anlatmaya çalıştığı da her halde budur. Kıbrıs Meselesi'nin başlıklarını bir kere daha hatırlayalım: 1959 yılında Londra ve Zürih antlaşmalarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması kabul ediliyor. Türkiye ve Yunanistan Garantör devlet oluyor.1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluyor. BM'ye üye oluyor. 1963 yılında Rum yönetimi ve Rumlar Anayasayı tanımıyorlar. EOKA teröristleri Türkleri, Ada'yı terk etmeye zorluyorlar. Cinayetler işliyorlar. Türkiye "Garantör" devlet olarak Yunanistan'ı göreve çağırıyor. İngiltere'yi göreve çağırıyor. Bunlardan ses çıkmıyor. Kıbrıs'ta ise Türklere yönelik terör ve tedhiş devam ediyor. Bu olaylar böylece sürüp gidiyor ve 1974 yılı Temmuz ayına geliniyor. Rum yönetimi ve Rum Halkı artık Kıbrıs'ta Türk görmek istemediklerini açıkça ilan ediyorlar. Hatta mevcut idareyi bile ılımlı bularak Hükümet Darbesi yapıyorlar. Nicos Sampson adında bir EOKA şefi Makarios'u devirip başa geçiyor. Türkiye, antlaşmalardan doğan hakkını kullanarak Ada'ya müdahale ediyor. Güvenliği sağlıyor. Makarios'un tekrar görevine dönmesini temin ediyor. Türk Toplum lideri olarak Denktaş ve Makarios aralarında bir dizi görüşme yaptıktan sonra "Nüfus Mübadelesi" antlaşması imzalıyorlar. Kuzey2de kalmış olan Rumlar güneye, Güney'de kalmış olan Türkler de Kuzey'e geliyorlar. Kıbrıs Adası'nda huzur ve emniyet tesis ediliyor. Bundan sonra da silahlı hiçbir çatışma olmadığı gibi hiçbir eylem de olmuyor. Kıbrıs, kelimenin tam anlamıyla bir "Huzur Adası" oluyor.31 seneden bu yana da öyle yaşıyor. Ne terör, ne tedhiş, ne cinayet. Ne var ki, başlangıçta Türkiye'yi haklı bulanlar sonradan haksız bulmaya başlıyorlar. Zaman, 1963-1974 arasındaki olayları unutturuyor, tarihte hep görüldüğü gibi bir kere daha "hafıza-yı beşer nisyan ile malul" oluyor. Şimdi, gerek Türkiye içinden ve gerekse Türkiye dışından çeşitli gruplar, koro halinde "Çözüm İsteriz, Çözüm İsteriz!" diye tempo tutup bağırıyorlar. Peki şimdi bunlara soralım: Çözüm Nedir? Dikkat ediyoruz, hiç birisi net bir çözüm formülü sunamıyor. Diyelim ki, Birleşik Kıbrıs! Nasıl olacak? Türklerle Rumlar aynı devletin çatısı altında yaşayacaklar! 1960 öyle değil miydi? O zaman halk karışıktı, şimdi ayrıldılar, ayrı iki toplum halinde fakat bir devlet olarak yaşayacaklarmış! Geçiniz efendim! Bunların hiç birisi hayatın gerçekleri ile bağdaşmaz. Bu gün Kıbrıs adsı üzerinde yaşayan halkı tekrar birleştirmek demek, baskıları, zulümleri, haksızlıkları, cinayetleri, ve hatta terörü davet etmek demektir. Kıbrıs Türklerini Ada'da yaşayan küçük bir "Azınlık" yapmak demektir. Hiç kimse, kendini de aldatmasın, başkalarını da aldatmaya kalkmasın. AB'yi falan da ileri sürmesin. 21 senedir AB üyesi olduğu halde Batı Trakya Türkleri azınlık statüsünden kurtulamamışlardır. "Türk" olduklarını dahi söyleyemiyorlar. Dernekleri de kapatılmıştır. Şu gerçeği acaba neden kimse görmek istemiyor! AB başta olmak üzere dünyada genel eğilim, anlaşamayan halk topluluklarının ayrılarak kendi bağımsız yönetimlerini kurmalarından yanadır. 14 milyon nüfusu olan Çekeslovakya ikiye ayrılmış ve "Çek Cumhuriyeti" ve "Slovakya" devletleri halinde AB'ye üye olmuşlardır. AB bunları birleştirmeyi bırakın tavsiye bile etmemiştir. Yugoslavya devleti 6'ya bölünmüş vaziyettedir. Bunlardan Hırvatistan yakın zamanda AB üyesi olacaktır. Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ, Kosova ayrı ayrı yaşamaktadırlar. AB neden bu devletçikleri birleştirmeye değil de illa Kıbrıs'ı birleştirmeye çalışyor. Diğer taraftan, 20. Yüzyıla damgasını vuran Filistin-İsrail anlaşmazlığını da ayrı bir Filistin devleti kurdurarak çözmek istemiyor mu? Bütün bu yaşananlar ortada iken neden hep Kıbrıs sorunundan ve Kıbrıs'ın bölünmüşlüğünden bahsediliyor? "Çözüm" adına ayrılan halk tekrar birleştirilirse tarihin tekerrür etmeyeceğini, yani yeniden terör ve tedhişin başlamayacağını kim garanti edebilir?Kıbrıs'ın canlı tarihi olan Denktaş'ın uyarılarına neden kulak asılmaz? Kıbrıs gerçeği şudur: Aralarında doku uyuşmazlığı bulunan, yani kötü hatıralardan başka hiçbir ortak yönü bulunmayan 2 halk (Türk ve Rum), bütün çabalara rağmen birlikte yaşayamamışlar ve ayrılarak kendi yönetimlerini kurmuşlardır. Bunlardan birisi AB üyesi olmuş, diğeri de olmak için çırpınmaktadır. Ayrıca bu devletlerin hamisi durumunda olan devletlerden Yunanistan AB üyesi olmuş, Türkiye de olma yolundadır. Türkiye AB'ye girebilirse KKTC de girebilir. Belki de hep birlikte AB'nin 4 üyesi olarak bulunabiliriz. (Pratikte mümkün gözükmese de teorik olarak mümkündür). Son söz: KKTC 22 senedir bağımsız ve egemen bir devlettir. Anayasası vardır, bayrağı vardır, toprağı vardır. Yasama, yürütme ve yargı organları vardır. Bu devlet yaşamalıdır ve yaşatılmalıdır. Dünya tanımıyormuş! Bu dünyanın ayıbıdır. İrlanda'yı, Slovenya'yı, Makedonya'yı, Malta'yı tanıyan dünya KKTC'yi tanımıyormuş! Bu onların bileceği iştir. Başkaları tanımıyor diye bir devlet kendi varlığına son veremez. Devlet, bir halkın iradesidir. İrade devam ettiği sürece devlet devam eder. Türkiye Cumhuriyeti de başta kabul edilmemişti. Lozan antlaşmasını hâlâ kabul etmeyenler vardır. Hâlâ Sevr antlaşmasını hayalini kuranlar var! Başkaları istedi diye devletimizden vaz geçemeyiz. |
|
||||||||||||||||||||||||||
|