Durmuş Yılmaz’ı birkaç ara başlıkla anlatmaya çalışacağım. Durmuş Yılmaz ve akılcılık Bir konuyu anlama, anlatma ve değerlendirmede Hoca’nın başvurduğu ilk ölçü akıldı. Hoca önce sağduyu ve muhakemeye başvururdu; belgeler, kaynaklar, tanıklar kritik düşünceden geçmeliydi, çalışmalarını bu esas üzerine kurardı. Karşısındakine üstün gelmek, akıllı görünmek gibi bir takıntısı yoktu. Kişiliği, yararlandığı bir kaç bilim adamı Hoca’ya böyle bir özellik kazandırmıştı. Akılcılığı hayatla iç içeydi. Yaptığı her işin, söylediği her sözün akılcılık olduğunu o anda kendisi bile düşünmezdi ama gerçek buydu. Siz onunla konuşurken rasyonalist felsefe karşısında zorlandığınızı hissetmezdiniz; O konuştukça siz rahatlardınız. Bu aynen teneffüs ettiğiniz havanın sizin üzerinizdeki basıncına benzer. Siz o havayla yaşarsınız ama o havanın baskısını duymazsınız. Bilim akılla yapılır. Aklın olmadığı yerde bilim olmaz. Tüm müspet bilimler aklın kurallarına uygun olarak inşa edilir. Dahası, fizik ötesi (metafizik) bazı bilgileri elde edebilmek için de akıl lazımdır. Yaratıcı kudret bize metafizik olguları anlamamız için akıl vermiş, o aklı kullanmamızı istemiştir. Aklın olmadığı yerde nakil olmaz. Biz nakli akılla kavrarız. Bazen bir dini konuyu konuşurken mantığın kurallarını uygular ve arkasından derdi ki: “Ben böyle diyorum ama dinen yanlış mı?” Hocanın söyledikleri sanki Kuran’daki bazı ayetlerin dile gelesiydi; çünkü art niyetsiz akıl vahye ters düşmez, akılla vahiy birbirini tamamlar. Durmuş Yılmaz’ın İslami konularla ilgili yorumları birçok ilahiyatçının yorumlarından daha tutarlı ve İslam’a daha uygundu. Bunun nedeni şudur: Birçok ilahiyatçısı İslam dinini bazı hoca ve kitaplara göre anlamaya çalışırken, O, İslam’ı vahyin birinci kaynağı olan akılla/sağduyu ile anlamaya çalışırdı. Durmuş Yılmaz’da kişiliğe saygı Durmuş Yılmaz’a göre yaşı, cinsiyeti, eğitim ve öğretimi, mesleği, düşüncesi ne olursa olsun herkes insan olma açısından eşitti, saygıya değerdi. Hoca’nın gözünde diploma, unvan, mal-mülk gibi değerler sahibine üstünlük sağlamazdı. Karşısında kim olursa olsun, onunla konuşacak bir nokta bulur, o kişinin dünyasına dalar, onu incitmez, sıkıştırmaz, ondan bir şeyler öğrenirdi. Yüzünü konuştuğu kişiye dönerdi, gözlerine bakardı, tebessümle, tatlı sözlerle, o kişiyi açar, iletişim sağlar sonra konuşmaya başlardı. “Benim söylediğim doğru, seninki yanlış” yaklaşımı Durmuş Yılmaz’da yoktu. Karşısındaki yanlış söylese, tutarsız konuşsa bile mahcup etmez, “şöyle olmalı” diyerek öğreticilik yapardı. Durmuş Yılmaz’ın öğretici kişiliği Hoca öğrencilerine doğrudan sınıfta bilgi aktarmaz; onlara konu ile ilgili sorular sorar, “araştırıp gelin, bir sonraki dersimizde tartışalım” derdi. Bilirdi ki bu öğretim metodu öğrencilerini araştırıcı yapacak, onlara kişilik kazandıracak, onları güdümlü olmaktan kurtaracak ve onlara özgüven kazandıracaktır. O sadece öğrencileri için öğreticilik yapmazdı. Karşılaştığı her meslek sahibine bir şey öğretmeye çalışırdı. Bir çaycıya, çiftçiye, sanayiciye, kim olursa olsun sorar, muhatabının kullandığı, ihtiyaç duyduğu araç gereçten söz eder, ilgiyi çektikten sonra anlatmak istediğini anlatırdı. Bu yönüyle Durmuş Yılmaz, yalnız bir üniversite hocası değil; başarılı bir yaygın eğitim gönüllüsüydü. Durmuş Yılmaz’ın siyasi ve özgür düşüncesi Durmuş Yılmaz bir Türk milliyetçisi idi. Milliyetçi Hareket Partili idi. O’na göre sloganla, tembellikle milliyetçi olunmazdı; bilinçli ve dinamik bir milliyetçi olmak lazımdı. Irkçı değildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşı, Türk milletinin bir bireyi olmak, “Türküm” diyebilmek Durmuş Yılmaz için büyük bir erdemdi. Türk milliyetçiliğini “ırkçılık” olarak görenlere, Türk milleti sözünden rahatsız olanlara Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti ıtlak olunur/denir” sözünü her fırsatta tekrar eder, “Türk milletindenim sözü herkes için bir tutkaldır, milliyetçilik zararlı değildir, aksine çok yararlıdır. Biz uygar bir milletiz, vahşilik yapmayız. Türk milliyetçiliğine düşman olanlar cahil yahut nerde okudukları belli olmayan beslemelerdir” derdi. Milletvekilliği için açıklanan aday adaylığı listesinde adına hiç yer verilmediği bir tarihten sonra bana: “Yusuf hocam, bu durumu nasıl değerlendirirsin” dedi. Ben, ‘biz seninle çalışmak istemiyoruz. Sen hocalığına bak diyorlar. Her istenene evet diyecek adam aranıyor. Siz öyle değilsiniz, yapınızı biliyorlar. Bence bunun anlamı budur. Hiç mühim değil. Hocam siz üniversitede daha iyi hizmet yapıyorsunuz’ dedim. İçindeki şu ideali dile getirerek konuyu kapatmıştı: “Doğru söylüyorsun. Ama mecliste olsaydım genel başkana dosyalar sunardım, sunduğum kanun teklifleriyle millete hizmet ederdim. Ben şan şöhret için, para için ortaya çıkmadım. Şimdi aldığım para milletvekillerinin aldığı parayı buluyor. Niyetim daha iyi hizmet etmekti…” İdealizm denen şey işte budur. Bir gün, solun radikal-idealist kesiminden bir iki genç bana: “Eğitim Fakültesi’nde tanıdık bir hoca var mı” diye sordu. Tanışmak, ellerindeki süreli-süresiz yayınları satmak istiyorlardı. Hoca’nın ismini verdim. Gitmişler, tanışmışlar. Hoca gelen gençlerden bir iki yayını satın almış. Bir süre sonra hoca bana: “Yusuf hocam o gençler geldiler. Sohbet ettik. Ne güzel. Vallahi düşünüyorlar, araştırıyorlar. Sevindim. Keşke gençlerimiz hep böyle olsalar” dedi. Düşüncelerimiz ayrı dememiş, destek olmuş, sohbet etmişler, Türkiye’miz adına yapılan çalışmalara sevinmiş. Son genel seçimler öncesindeydi, MHP’den milletvekilli aday adayı oldu. Bana: “Hocam boşsunuz, sağa-sola birlikte gidip gelebilir miyiz” diye sordu. ‘Hocam, biliyorsunuz ben partiye bazen kızıyorum. Falan siyasi kadro hoşuma gidiyor. Yanınızda beni görürlerse iyi olmaz” dedim. Hiç tereddüt etmedi; “olsun hocam, millet kimin ne olduğunu biliyor. Biz hürüz, ne dedikleri mühim değil” dedi. Adaylığı öncesinde kim bu kadar rahat ve özgür olabilir? Üniversite hocası olarak Durmuş Yılmaz Özel sohbetlerimizde konu açıldıkça şu tür düşüncelerini dile getirirdi: “Üniversiteler aydınlanma yeridir. Üniversite hocası demek, aydın demektir. Toplumun önünü ilim adamları açacak, hükümetlere yol gösterecek. Politikacılar yanlış yaparlarsa aydınlar karşısına çıkacak, doğruları söyleyecek. Ama Türkiye’de böyle olmuyor. Vallahi bu millet üniversitelere çok para harcıyor. Milletin hakkını ödemek lazım, …” Durmuş Yılmaz bunları düşündüğü için sırf öğrencilerine ders vermekle yetinmezdi; yerel TV ve gazetelerde güncel konuları konuşur ve yazardı. Alçak gönüllü, güler yüzlü idi. Kapısı herkese açıktı. İnsanlar Durmuş Yılmaz ile konuşurken bir üniversite hocasıyla değil, kırk yıllık bir dostla sohbet etmiş gibi olurlardı. Üniversitedeki arkadaşları, öğrencileri, tanıdıkları arasında bir köprüydü; onları birbirleriyle buluştururdu, kaynaştırırdı. Çok yönlü düşünürdü. Türk milleti ve T.C. ülküsünü her şeyin üstünde tutardı. Bir gün sohbet ederken: “Yav Yusuf hocam, Kıbrıs Rumlarının içinden bir Makarios çıktı, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni kurdu. Bizde devlet kurucu bir din adamı çıkmadı. Cumhuriyet ve Atatürk’le uğraşıyorlar. Neden?” demişti. Hakkında söylenecek çok söz var. Yazacak çok hatıralarım var. Bu kadar yeter. Takdir-i İlahi böyle imiş, Durmuş Yılmaz’ı en verimli zamanında kaybettik. Mekânın cennet olsun hocam! Üniversite camiasının, fakülte yönetiminin, arkadaşları ve öğrencilerinin Durmuş Yılmaz ile ilgili olarak ciddi bir araştırma yapması çok yerinde olur. |
|
||||||||||||||||||||||||||
|