Çocukluğumun Büyük Şehri KADINHANI Biz bu hatırat türü yazımızda, Türkiye’deki sosyal değişimi Kadınhanı örneği temelinde ele aldık. Çocukluğumuzdaki Kadınhanı’nı şöyle genel hatları ile hatırlatalım ve yeni nesiller şehrimizin eski halini, ticaretini, esnaflarını, sosyal yapısını ve en önemlisi kendi mütevazı hayatları içinde çok önemli sosyal görevler yapmış olan bir kısım insanları tanısınlar istedik. Unutulmuş bazı etkinlikler ve bazı adetler hatırlansın istedik. Kadınhanı, 1960’lı yıllarda yaklaşık 5 Bin nüfuslu, orta büyüklükte bir ilçe idi. Şehirde şebeke suyu vardı. Elektrik motorla temin edilir ve sabah saat 7 veya 8’den gece saat 12.00’a kadar yanardı. Şehir, Konya-İstanbul ve Konya-İzmir ana karayolu üzerinde olduğu için ulaşımı çok iyi idi. Şimdiki gibi çevre yolu olmadığından bütün vasıtalar şehir içinden geçer ve yine şehir içinde yolcu indirir, bindirirlerdi. Kadınhanı-Konya arasında yolcu taşımacılığı minibüslerle yapılırdı. Konya’da Fenni Fırın civarında bir durak vardı. Minibüsler oraya kadar giderdi. Aklımda kalan kadarıyla minibüscü bir Tetik vardı. Lisede okuduğum yıllarda Konya’ya giderken birkaç kere Gelebiş belinin kar ve tipi ile kapanmış olduğundan geriye döndüğümüzü hatırlıyorum. Tetik, sonraki yıllarda minibüsçülüğü bırakıp çarşı içinde bir bakkal dükkanı açmıştı. Çok iyi bir insan ve iyi bir esnaftı.
Kadınhanı’ndan köylere de otobüs çalışırdı. Köylerin kendilerine ait motorlu vasıtaları her halde yoktu ki, Kadınhanı şirket otobüsleri köylere yolcu götürür getirirlerdi. O tablodan da aklımda kalan biletçi Şakir amca ile otobüsçü Mecit ve Mümtaz Yazıcı kalmışlar. Onlar da çok iyi insanlardı. Hatırladığım bu insanlardan hayatta olanlara sağlıklı ömürler, vefat etmiş olanlara da rahmetler diliyorum.
Kadınhanı, benim hayatımda çok önemli bir yere sahiptir. Ailemin Kadınhanı’nda değil de köyünde oturuyor olmasına rağmen, bu şehirde benim okul arkadaşlarım, öğrencilerim ve öğretmenlerim vardır. Aile dostlarımız, akrabalarımız vardır. Hiç kopamadığım Kadınhanı’nda bu gün de çok sevip saydığım çocukluk ve okul arkadaşlarım, öğretmen meslektaşlarım, akraba ve dostlarım vardır. Aradan yıllar geçmesine rağmen irtibatı hiç kesmediğim çok arkadaşım vardır ki bunların başında Hikmet Erkan (Bahattin'in Mustafa'nın oğlu) gelir. 1966 yılında aynı sınıflarda okuyarak bitiridiğimiz ortaokuldan sonra birlikte Konya Lisesi'ne başladık ve yine aynı sınıflarda okuyarak mezun olduk. Üniversite yılları dışında neredeyse hiç ayrılmadık. Halen de sık sık görüşür, çocukluk ve gençlik yıllarımızı hatırlar, yalnızca şehrimizin değil ülkemizin değişim dönemlerini birlikte konuşur değerlendiririz. Ortaokulu ve Liseyi birlikte okuduğumuz diğer arkadaşlarımız Mustafa Acar ve Münir Koyuncu'yu da (Tanrı rahmet etsin) bu vesileyle bir kere daha anmak isterim.
“Kadınhanı” denildi mi gözümün önünde bir şehir canlanıyor. İnsanlar gözümün önüne geliyor ve büyük küçük o insanlar benim hafızamda o kadar onemli bir yer tutmuş olmalılar ki, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bazı çok küçük detayları bile hatırlıyorum. Hafızamı şöyle bir yokladığım zaman sanki büyük bir salonda şu insanlarla birlikte kendimi sohbet ediyormuş gibi hissediyorum: Belediye Başkanı Mehmet Çallı ve oğlu İsmail Çallı; Eczacı Seman Acet ve Dr. Necati Özkan;Sadece Kadınhanı’na değil bölgeye hizmet eden Dr. Ali İhsan Demirtoka, Dr.Fikret Büyükkökten; Rıfkı Koyuncu başta olmak üzere Koyuncular; sevgili Mehmet Ganioğlu başta olmak üzere Ganioğulları; Arif ve Muammer Şapcıoğu; değerli arkadaşım ve üniversitede meslektaşım Prof. Dr. Mustafa Küçüködük başta olmak üzere Ödükler; Ahmet ve Selahattin Baysal başta olmak üzere Baysallar; Şehrimizde zamanında “Cici Berber” olarak isim yapmış Rafet Yiğitoğlu; Öğretmen ve zamanın İlköğretim Müdürü Akif Gürel ve Manifaturacı Ahmet Gürel (Müdür Ahmet), Akif Hoca’nın oğlu Eczacı İhsan ve Mehmet Gürel; Herkesin çok saygı duyduğu öğretmen Hulusi Altındağ ve hayırsever işadamlarımızdan Zeki Altındağ başta olmak üzere Altındağlar; Şehrimizde uzun süre Milli Eğitim Müdürlüğü görevini başarı ile yürütmüş olan Mustafa Kağnıcı başta olmak üzere Kağnıcılar; Avukat Mustafa Özyörükoğlu ve Avukat Hüsamettin Güzeş ve Güzeşler; Bir zamanlar ilçemizde Mal Müdürlüğü görevini yürütmüş olan Katrancı; Öğretmen Vedat Büyükekmekçi, Eczacı ve asker arkadaşım Mehmet Ali Büyükekmekçi; Hacı Mehmet Kara (Hacı Kara); Bilal Yaşar, Fevzi Dinç, Köylütolulu Feridun Kara ve Kazım Kara ve daha pek çok iş adamı esnaf; Pusat köyü yörüklerinden sevgili tapucumuz Hacı Çelik başta olmak üzere Hamza Çelik, Ali Çelik, Matematik öğretmeni Musa Polat, meydanlı köyünden gelerek şehrimizin iş hayatına dahil olmuş Mehmet Acar başta olmak üzere Acarlar, sevgili öğretmen arkadaşım Muammer Kahraman başta olmak üzere Kahramanlar…Kısaca isimlerini burada sayamadığım daha pek çok insan. Yeni nesil iş adamlarımızdan, Seyit Türkmen, Adnan Başer, Ramazan Altun, Ramazan Mut, Mustafa Mut… gibi iş adamlarımız ile öğrencim ve sevgili belediye başkanımız Hulusi Çokgel ve nihayet öğretmenlik yıllarımda ev sahibim olan bakkal Nazmi Kırbaş… Hepsi çoçukluk ve gençlik yıllarımla birlikte bir tarih şeridi gibi gözümün önünden geçiyorlar. İsimlerini yazdığım ve yazamadığım bütün bu insanlar benim hayatımda maddi ve manevî varlıklarıyla iz bırakmış kişilerdir. Hepsini tekrar saygı, sevgi ve ölenleri de rahmetle anıyorum.
1960’lı yıllarda ülkemizin her yerinde olduğu gibi Kadınhanı’nda da nüfus hareketliliği henüz başlamamıştı. Köyden göçerek Kadınhanı’na gelmiş aile sayısı da pek azdı, Kadınhanı’ndan göçerek Konya veya başka şehirlere giden aile sayısı da azdı. 1980’lerden itibaren köylerden şehirlere, küçük şehirlerden büyük şehirlere ve hatta şehirden şehre nüfus hareketliliği hızlandı. Ulaşım ve haberleşme alanlarındaki gelişmelere paralel olarak bazı köyler doğrudan büyük şehirlerle irtibat kurmaya başladılar ki, bu durum, Kadınhanı gibi orta büyüklükteki şehirlerin aleyhine bir gelişmeye yol açtı. Köyler doğrudan ticaretlerini Konya ile yapmaya başladılar. Şehir baypas edildi. Diğer taraftan bazı esnaf ve iş adamları işlerini daha da büyütmek için Kadınhanı’ndaki işlerini Konya’ya naklettiler. Bu durum da, şehirden sermaye ve yatırımın kaçmasına ve neticede şehir ticaretinin zayıflamasına yol açtı. Sonuçta şehirlerin yalnızca ticarî hayatında değil, sosyal hayatında da önemli değişiklikler oldu. İlçenin bazı köyleri hemen hemen boşaldı. Oralarda yaşayan kimse kalmadı. Tarım ve hayvancılık da bu durumdan olumsuz yönde etkilendi. Eskiden 10,15 küçükbaş hayvan sürüsü olan köylerde şimdi bir tek sürü bile kalmadı. Bazı küçükbaş hayvanlar tümden kayboldu ki, bunların başında tiftik keçisi gelmektedir. Manda ve deve gibi büyükbaş hayvanlar da artık Kadınhanı’nda bulunmuyor.
Günümüzden 50 yıl kadar önce, 1963 yılında, Kadınhanı ortaokulunda ilkokul sonrası tahsil hayatına başlamıştım. O yıllarda Türkiye’de nüfusun yaklaşık olarak %70’i köylerde, ya da kırsal kesimde, kalan %30’u da şehirlerde otururdu. Köylerde oturan halkın geçim kaynağı genellikle tarım ve hayvancılık; şehirlerde oturan insanların ise ticaret, zenaat, ya da memuriyet idi. Turizm, henüz bir sektör özelliği kazanamamıştı. Turizm bilinci olmadığı gibi turizm yatırımları da yoktu. Buradan da anlaşılacağı üzere köylerde yaşam esas itibariyle insan gücüne dayalı olarak devam ederdi. Başka bir ifadeyle köylerde insan gücüne çok ihtiyaç vardı. Bundan dolayı da aileler, ilkokulu bitirmiş çocuklarını- eğer ilkokul varsa ve de okumuşlarsa- hemen ailelerin geleneksel işleri olan tarım ve hayvancılığa yönlendirirler ve çocuklar iş hayatlarına ailelerindeki işi devam ettirmek üzere başlamış olurlardı. Eğer yeteri kadar tarım arazileri ve büyük veya küçükbaş hayvanları varsa kendi işlerinde; bunlardan yeteri kadar yoksa da başkalarının işlerinde, amele (işçi) veya çoban olarak çalışırlardı. Gurbete gitmek de vardı. Fakat o zamanki gurbet nadiren İstanbul veya başka büyük şehirler olur, çoğu zaman ise gurbet civardaki il ve ilçelerin köylerine çalışmaya gitmek şeklinde olurdu. Fakat hemen hatırlatalım ki, mesela 100 Km uzaklıktaki bir köye çoban veya işçi olarak giden bir insan belki aylarca kendi evine gidemez, çoluk çocuğuna hasret kalırdı. Zira hem öyle kolayca gidip gelecek vasıta yoktu, hem de işini bırakamazdı. Öyle aylık, yıllık izin falan da olmazdı. İşte bu ve bunun gibi şartlar yüzünden benim çağ nüfusum içinde özellikle köy çocuklarının okuma şansı fazla değildi. Bilhassa benim köyüm (Kadınhanı- Örnekköy) gibi şehre uzak köylerde çocukların eğitimlerine devam etme şansı hemen hemen hiç yoktu. Ancak çocuk bir yatılı okula verilirse belki okuma şansı olabilirdi. Ona da çoğu zaman aileler razı olmazlardı.
Ben Kadınhanı’nda ortaokula başladığım zaman Örnekköy Yunak ilçesine bağlıydı. Benim köyüm ve hemen yanındaki Sarıkaya köyü 1975 yılında köylülerin uzun uğraşları sonunda halk oylaması yapılarak Kadınhanı’na bağlanmıştır. Kadınhanı’na 65 Km uzaklıktaki Örnekköy kışın çoğunlukla kapanan stablize bir yol ile şehre bağlanırdı. Ulaşımı Kadınhanı’ndaki otobüs işletme şirketi sağlardı. Öğleden sonra saat 13 civarında kalkan bir otobüs Örnekköy, Saçıkara, Sarıkaya yolcularını götürür, otobüs sürücüsü ve yardımcısı Örnekköy’de bir evde misafir olarak yatar, ertesi günü sabah erkenden aldığı yolcuları Kadınhanı’na getirirdi. Köylülere ait yolcu taşıyacak her hangi bir motorlu vasıta yoktu. Kadınhanı’nın yakın köylerinde ve özellikle de Osmancık, Drağan, Kestel gibi yakın dağ köylerinde Willis jipler vardı. Onlar yolcu getirip götürürlerdi. İstasyon civarında veya Köylütolu, Meydanlı gibi yakın köylerden de insanlar bazen at arabaları, traktörler, bazen yaya, bazen de yine jiplerle şehre gelip giderlerdi. O zaman ülkemizde otomobil üretimi henüz başlamamıştı. Otomobil sayısı da çok azdı. Belki gençlere ilginç gelecektir : kaymakamın makam arabası da Willis marka jipti. Çok iyi hatırlıyorum, Ömer Haliloğlu adında bir kaymakam vardı. Sonraki yıllarda bir süre Konya valiliği de yapmıştır. Bizim de Fransızca derslerimize girerdi. Kaymakamın konutu da hemen ortaokulun önündeki Polatlı yol kavşağında idi. Her gün biz okula gelirken kaymakamımız da jipine biner dairesine giderdi.
Benim köyümden benim emsallerim arasında ortaokula başlayan yalnızca ben ve abim, şimdi Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde Profesör olarak çalışan, Kadir vardı. Bir de bizden 2 sınıf ileride yani Ortaokul 3. Sınıfa devam eden ağabeyim Halil vardı. Biz 3 kardeş şimdiki lise yakınlarında bulunan Osmancıklı Ali Efendi’nin evinin dışa açılan bir odasında kalıyorduk. Hatırladığım kadarıyla yıllık 200 Lira kira veriyorduk. Okula yakın olsun diye bu evi kiralamıştık. Üstü toprak kaplı evimiz (odamız)çok yağmur yağınca ya da yağan karlar erimeye başlayınca her tarafından akmaya başlardı. Biz de akan yerlerin altına tencere tabak vs. koyarak durumu idare ederdik. Her zaman rahmetle andığım ev sahibimiz Ali Efendi çok muhterem bir insandı, fakat bize de “Siz eve iyi bakmıyorsunuz… Damı kürümediniz…Eviniz akıyor…” diye kızardı. Hatta bazen “…Gürültü yapıyorsunuz…Sizi evden çıkaracağım…” gibi sözlerle bizi korkuturdu. Fakat babama da “ …Çocuklardan çok memnunum… namazlarını kılıyorlar, sigara içmiyorlar…Her akşam evlerinde ders çalışıyorlar…” diyerek bizden övgüyle söz edermiş. Sonradan öğrendik ki, Ali Efendi her akşam bizim yarım bir perde ile kapattığımız pencerenin kenarından bize bakar, böylece bizi kontrol edermiş. O yıllarda veliler, çocuklar bir birlerinin evinde toplanır, sigara içer, iskambil oynar veya kötü alışkanlıklar edinir diye endişe duyarlardı. Bunun için de şehirde güvendikleri insanlara çocukları kontrol etmelerini rica ederlerdi. O insanlar da büyük bir sorumluluk anlayışı ile bu görevlerini yerine getirirlerdi. İşte Osmancıklı Ali Efendi köylerden Kadınhanı’na okumaya gelen çocuklara kendi evinin bir odasını ucuz fiyata kiraya verir hem de çocukları böyle kontrol ederdi. Ali Efendi’nin bizim odamızdan başka 3 veya 4 odasında daha öğrenci kalırdı. Bazen Saçıkaralı, bazen Meydanlılı arkadaşlarımız bu odalarda kalırlardı.
O yıllarda Kadınhanı’nda bir adet vardı: Çocuğunu ortaokula kaydettiren baba, onu ihtiyaçlarını temin edeceği esnaflarla tanıştırır ve ihtiyaçlarını para ödemeden (Veresiye) temin etmesini söylerdi. Onun için bizim gibi köyden gelen çocukların tanıdığı bir bakkal, bir manifaturacı, bir terzi, bir lokantacı, bir ayakkabıcı olurdu. Bizim de bakkalımız: Rafet Yiğitoğlu; Manifaturacımız Kağnıcı, Yaşar ödük, Ahmet Gürel; Terzimiz: Terzi İsmail (Akbaş); Ayakkabıcımız: Ahmet ve Selahattin Baysal; Lokantamız: Çolak Muammer ve Dağlılar olurdu. Onlardan ölmüş olanları rahmetle anıyor, hayatta olanlara sağlıklı uzun ömürler diliyorum. Şimdi hatırladığıma göre lokantaya ödeme yapardık, fakat diğer esnafa hiç para ödemediğimiz gibi aldığımız ürünün fiyatını bile sormazdık. Onlarla ailemiz arasında büyük bir itimat vardı ki, biz ne alırsak onlar deftere yazar, harman vakti gelip mahsullerimizi kaldırdıktan sonra da onlara olan borcumuzu öderdik. Ne senet, ne kefil hiçbir şey istemeden 12-13 yaşındaki çocuklara istediği her şeyi veren Kadınhanı esnafının okuma gayreti içinde olan çocuklara ne büyük yardımlar yapmış olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum. Kadınhanı esnafının okuyan köy çocuklarına yardımı bu kadarla da kalmazdı. O yıllarda ortaokula kayıt yaptırmak isteyen çocuklara şehirden bir esnaf veli getirmeleri istenirdi. Babalarımızı veli olarak kabul etmezlerdi. Velileri de sık sık okula çağırarak öğrenci hakkında görüşürlerdi. Bizim velimiz de Rafet Yiğitoğlu idi. Adamcağız dükkanını kapatır ve okuldan çağırmışlar diye koşarak gelirdi. Okul idaresinin ve öğretmenlerin bizden bir şikayetleri olmazdı. Fakat güzel şeyleri bildirmek, mesela iftihara geçtiğimizi söylemek ve iftihar mektubunu vermek için de velimizi okula çağırırlardı.
Benim çocukluk yıllarımda Kadınhanı esnafının içinde ayakkabı tamircisi Cemal ve Muhsin (Hatay) kardeşler vardı ki köylü kentli herkesin tanıdığı ve sanki Osmanlı ahi teşkilatından çıkıp cumhuriyet dönemine geçmiş bir esnaf idi. Tekke camiinin köşesinde hatırladığım kadarıyla 6 metrekare gelir gelmez bir dükkanda önlerinde birer makine paramparça olmuş ayakkabıları ne yapıp edip tekrar giyilir hale getirir ve bu yolla insanlara hizmet ederlerdi. Biz de altı delinmiş, kenarları yırtılmış veya sökülmüş ayakkabıları götürdüğümüzde Cemal Usta’nın her tarafı parçalanmış ayakkabıyı eline alıp şöyle sağına soluna bir baktıktan sonra Muhsin Ustaya uzatarak “…Bizim oğlan şuna bi bakıvır…” deyişi bu günkü gibi aklımdadır. Her ikisini de rahmetle anıyorum. Bu insanlar Türkiye’nin yokluk yıllarını, ikinci dünya savaşı, belki de daha önceki yıllarını görmüş hatta yaşamış insanlardı. Böyle insanlar hayatlarının her alanında tasarrufa çok dikkat ederler, hiçbir şeyi israf etmezlerdi.
O yılları düşündüğüm zaman, Kadınhanı esnafının yanında, iş adamları ve şehrin eşrafından olan Yavuz Koyuncu, Ahmet Gürel, Öğretmen Akif Gürel, Süreyya Acar, Hulusi Altındağ, Ahmet-Selahattin Baysal gibi insanlar, çocukların okumalarına önem verirler ve her vesile ile okumayı teşvik ederlerdi. Yavuz Koyuncu’nun köylerde petrol istasyonları vardı. O vesile ile köylere gidip gelirken okuma çağında çocukları görünce hemen babalarını bulur ve “Bu çocuğu ortaokula yazdır. Ben velisi olayım” dermiş. Sonra da yine rahmetle andığım yeğeni Rıfkı Koyuncu’ya “ Falan köyden bir çocuk gelecek Ortaokula kaydettir, Sen velisi ol” diye tenbih edermiş. Aynı şekilde köy çocuklarının okuması için gayret gösteren Kadınhanı eşrafından bir isim de Ahmet Gürel’dir. O da Manifatura almak için gelen köylülere okuma çağında çocukları olup olmadığını sorar, onların kendisine gönderilmelerini istermiş. Sonra da çocuğu elinden tutup ortaokula kaydını yaptırırmış. Ben bunları üniversiteyi bitirip Kadınhanı Lisesine öğretmen olarak geldikten sonra öğrendim. Hatta Ahmet Gürel, İstanbul’a üniversite okumak için giden fakir köy çocuklarına oradaki Kadınhanlı iş adamlarından- Toppaşlar, İçiller, Uğurlar – burs temin ederek çocukların okumalarına yardım edermiş. Saçıkaralı bir akrabamızın Toppaşlardan burs alarak okuduğunu ben de biliyorum.
Kadınhanı eşrafı arasında bir Hacı Kara (Hacı Mehmet Kara) vardı. Oğlu ( Eczacı Mustafa Kara) benden 2 sınıf ileriden okul arkadaşımdı. Hacı Kara ile öğrenciliğimde değil, fakat öğretmen olarak Kadınhanı Lisesine geldikten sonra konuşmak, sohbet etmek imkanı bulmuş, kendisini o zaman daha iyi tanımıştım. Hacı Kara aynı zamanda Kadınhanı Ortaokul ve Lisesinde belki de en uzun süre çalışan matematik öğretmenimiz İbrahim Demirol’un kayınbabası idi. Hacı Kara muhtemelen 1930’larda İstanbul’da Galatasaray Lisesinde okumuş iyi Fransızca bilen, çok kibar bir “Cumhuriyet aydını” insandı. Onun gençlik yıllarında Galatasaray Lisesi mezunlarını devletin en üst kademelerinde, en prestijli işlerde memur yaparlardı. Özellikle Osmanlı Bankası böyle memurları havada kapardı. Fakat Hacı Kara, Kadınhanı’ndaki emlakini değerlendirmek için dışarıya gitmemiş ve kendi şehrini tercih etmiş, hatırladığım kadarıyla Kadınhanı maliyesinde memur olarak çalışmayı tercih etmişti. Kendisinden de dinlemiştim, sonra oğlu Eczacı Mustafa’dan da dinledim: Kadınhanı’nda o yıllarda yabancı dil bilen insan bulunmazmış. İstanbul ve İzmir yolu da şehrin içinden geçtiği için turistler geçerken bazen şehirde yemek veya başka ihtiyaçlar için durduklarında hemen esnaf Hacı Kara’yı çağırır getirilermiş. O hem tercümanlık yapar bazen de turistleri alıp evine götürür, onları ağırlar, misafir edermiş. Şehre Konya yolundan girişte genişçe avlulu ve geleneksel Türk mimarî tarzında yapılmış evleri muhakkak korunması gerekirken yıkılmış yerine düzensiz ve zevksiz beton evler yapılmış ve böylece Hacı Kara’nın hatırası da tarihî evler de yok olup gitmiştir. Üzülmemek elde değil!
Kadınhanı, Konya ve Akşehir arasında, bölgede herkes tarafından takdirle anılan, gelenek sahibi bir asnaf ve işadamlarına sahipti. 2000’li yıllarda Konya’da özellikle otomotiv sektöründe söz sahibi aileler o yıllarda Kadınhanı’nın saygın esnaf ve işadamları idiler. Bunlardan Koyuncu (Refik Koyuncu), Ganioğlu (Mehmet Ganioğlu), Şapcıoğlu (Muammer ve Arif Şapcıoğlu, Acarlar (Süreyya, Servet, Haydar Acar), Kağnıcılar, Ekmekçiler, Börekçiler, Ödükler, Eczacı Seman Acet, Bilal Yaşar, Fevzi Dinç ve şehrimizin doktoru Ali İhsan Demirtoka … Kadınhanı’nda başka esnaf ve işadamları da vardı. 1970’lerde Avukat Mustafa Özyörükoğlu ve Av. Hüsamettin Güzeş de Kadınhanı’nda halka hizmet eden önemli insanlardı. Halen de görevlerini sürdürmektedirler. Şüphesiz başka işadamı ve esnaflarımız da vardı. Yazdığım bu isimler daha çok benim ailemin alışveriş yaptığı kimselerdir.
Kadınhanı, 1960’lı yıllarda Akşehir ve Konya arasında ekonomik ve ticarî faaliyetler bakımından belki de en önemli merkez idi. Ayrıca oto sanayinde de Kadınhanı herhalde bölgenin en önemli merkezi idi. Çok ünlü demirci ustaları, oto tamircileri vardı. Halk arasında Kör Sabri olarak bilinen Sabri usta, oğulları ile birlikte her çeşit ziraat alet ve makinesini yaptığı gibi bunların bakım ve onarımlarını da yapardı. Ayrıca Feyzullah Usta, Ramazan Usta(Mut) gibi ustalar vardı ki, hepsi de traktör tamir ve bakımında çok maharetli idiler. Bir de oto tamircisi Hilmi Usta (İnan) vardı. Selçuk Üniversitesi merkez kütüphanesinde Tarihci Paul C. Helmreich tarafından yazılmış ve 1974 yılında Amerika’da yayınlanmış Sevr Entrikaları adlı bir kitap vardır. İstiklal savaşı ve Sevr antlaşmasını konu edinen bilimsel bir çalışmadır. Bu kitabın kapağındaki kaşede “Oto Tamircisi Himi İnan” yazmaktadır. Kitabın Hilmi İnan’a ait olduğu ve vefatını müteakip Selçuk Üniversitesi kütüphanesine bağışlandığı anlaşılmaktadır. Daha önemli olanı ise, bir oto tamircisinin İstiklal Savaşı ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu hakkında önemli bir kaynak olan böyle bir kitabı almış ve okumuş olmasıdır. Kadınhanı’nda kültürlü bir esnaf tabakası bulunduğunun bir göstergesidir.
Kadınhanı esnafı içinde bir de Karaköylü Hakkı (Şahin) vardı. Ayakkabıcı idi. 1970’li yıllarda dükkanının tabelası dikkatimi çekerdi: “Şahin Kavafiye, Hakkı Şahin ve Oğulları”. Hakkı Şahin’in oğlu Neşet ortaokulda sınıf arkadaşımdı. Diğer oğlu Hayati de daha sonra benim öğrencim oldu. Çok iyi bir esnaftı. Öğrencim olan Hayati de Türkçe öğretmeni olmuştu, galiba şimdi emekli.
Kadınhanı’nda Gıda malzemeleri satan esnaf içinde toptancı Bekir Turan’ı anmamak olur mu? Bütün köy bakkalları malzemelerini Bekir Turan’dan alırlardı. O zamanlarda esnaf Konya toptancılarına gitmezdi. Köyler Kadınhanı’ndan, Kadınhanı da Konya’dan mal alırdı. Bir de Bakkal Nazmi Kırbaş vardı. Kadınhanı’nda öğretmenlik yıllarımda benim ev sahibimdi. Çok mütevazı, dürüst, doğru sözlü bir esnaftı. Onu da rahmetle anıyorum.
1960’lı yıllarda Kadınhanı’nda 3-4 tane otel ile birkaç tane de Han vardı. Benim hatırladığım Haşimlerin Hanıdır. Köyden at arabaları ile gelen bazı insanlar bu hanlarda kalırlardı. Hanlar bir orta avlunun etrafında sıralanmış odalardan oluşurdu. Ücreti otellere göre daha ucuz olurdu.
Ortaokula kayıt yaptırmak için gelen öğrenciler ilk önce fotoğraf çektirmeye giderlerdi. Örnek çarşısının önünde ayaklı bir fotoğraf makinası, üzeri siyah bir örtü ile örtülü dururdu. Fotoğrafçı da galiba Haşim Emmi denilen bir adamdı. Fotoğraf çekilir en az 3 gün sonraya öğrencinin gelmesi söylenirdi. Bazı öğrenciler velileri ile birlikte 3 gün Kadınhanında otel veya handa kalırlar, bu arada kalacakları evi ve eşyaları temin ederler, sonra da kayıtlarını yaptırdıktan sonra köylerine geri dönerlerdi. Bazen türlü şanssızlıklar da olurdu. Mesela fotoğraf iyi çıkmayabilir, ya da öğrencinin başı yarım çıkmış olabilirdi. Bu durumda yeniden fotoğraf çektirmek gerekir tabi bir 3 gün daha beklemek gerekirdi. Kısacası köy çocuklarının okuması pek zordu.
1963-64 öğretim yılında Kadınhanı’nda ortaokul’dan başka 2 tane de ilkokul vardı. Bunlardan birisi Merkez İlkokulu, diğeri de Cumhuriyet İlkokulu idi. Sonraki yıllarda Ülkü İlkokulu adıyla üçüncü bir ilkokul daha açıldı. Ortaokulda Mehmet Çopur adında bir müdür ve Türkçe öğretmeni, Hilmi Arman adında bir matematik öğretmeni ve Şefika Oğuz adında bir de Coğrafya öğretmeni vardı. Derslerimizin çoğuna yanımızdaki Merkez İlkokulunun öğretmenleri girerlerdi. Hatırlayabildiklerim şunlardır: Lütfi Barın, Lütfi Karaman, Aslan Açıl, Burhan Tezer, Kifayet satılmış. 1965 yılında arka arkaya okulumuza 4 öğretmen daha geldi. Bunlar: Türkçe Öğretmeni Nursel Çınar, Tarih-Coğrafya Öğretmeni Pakize Dömbekçi, Matematik öğretmeni İbrahim Demirol, Fen Bilgisi (Tabiat Bilgisi-Fizik-Kimya)öğretmeni Kadir Eren. Yabancı Dil yalnızca Fransızca idi ve öğretmeni olmadığı için derslerimize Kaymakam girerdi. Önce Ömer Haliloğlu, sonra da İhsan Öztürk. Adı geçen öğretmenlerimizden hayatta olanları saygıyla, hayattan ayrılmış olanlara da rahmetle anıyorum. 1965 yılında müdürümüzün başka bir yere tayini çıktı ve Mehmet Baysal adında yeni bir müdür geldi. Çok disiplinli bir müdürdü. Öğrenciler çok korkarlardı.
Kadınhanı eşrafı arasında dâvâ vekili Osman Karatekin vardı. Onun oğlu Orhan da okul arkadaşımdı. 1970’li yıllarda Seman Acet’in eczanesinde ya da başka bir mekanda yanında zamanın Belediye Başkanı Çallı (Mehmet Çallı) olduğu halde buluşur sohbet ederdik. Öyle hoşsohbet bir insandı ki, emsaline az rastlanır. Konuşurken bazen s…k…li cümlelerde sarf ederdi ki, sohbette bulunanlar onun böyle söz ve tavırlarına çok gülerlerdi. Hatırladığım kadarıyla Çallı çok uzun boylu ( muhtemelen 1.90) zayıf bünyeli, elinde bastonu ile şehirde dolaşan bir yönetici insandı. Çallı, Karatekin, Süreyya Acar bazen yanlarında taksici İbeyit (Atalay) ve Doğanhisarlı öğretmen arkadaşım Muammer Yücel, çok içten ve neşeli sohbetleri olurdu. Bu toplulukların arasında bazen Bilal Yaşar’ı, lokantacı Çolak Muammer’i (Muammer Aktürk), de görürdüm. Bazı zamanlarda da saydığım bu isimler yanlarında Kırtasiyeci-Gazeteci Fevzi Bey (Dinç), Kasap Rıza, Avukat Hüsamettin Güzeş, Avukat Mustafa Özyörükoğlu, ve şu anda isimlerini sayamadığım başka insanlarla bir saç (kavurma) etrafında buluşurlar, yemek yeyip çay içerlerdi. Hepsi de Kadınhanı’nda hatırı sayılan insanlardı. Eczacı İhsan Gürel de o yıllarda eczanesini yeni açmıştı. Kardeşi Mehmet’le beraber çalıştırdıkları Gürel Eczanesi, özellikle köylülerin sağlık hizmetlerinde önemli görevler yapardı. Ayrıca Gürel Eczanesi, köylülerin emanet deposu gibi olurdu. Pazar alışverişlerini yapan köylüler, heybelerini, sepetlerini Gürel Eczanesine bırakır, diğer işlerini takibe giderlerdi. Hatırladığım kadarıyla köylülerin emanet deposu gibi kullandıkları bir de Haydar Acar’ın bakkal dükkanı vardı. Çok dürüst bir esnaf olan Haydar Acar’ın oğlu Halil bizden 2 sınıf ileride idi. Şimdi Akdeniz üniversitesinde profesör olarak çalışan Mustafa ise sınıf arkadaşımızdı.
Kadınhanı’nda “ulema” derecesinde din adamları da vardı. Bunlardan birisi de Tekke Camiinde uzun yıllar imam ve hatiplik görevi yapmış Seyit Ali Hoca idi. Tekke camiinin ilk müezzini Şükrü Hoca’yı hatırlamamak mümkün mü! Cuma günü minarede sela vermeye başladığı zaman halk kenara çekilir büyük bir huşu içinde Tekke camii minaresinden yükselen ulvî sesi dinlerdi. O zaman camilerde hoparlör bulunmaz, hocalar ezan ve selayı minareden okurlardı. Kadınhanı halkı arasında yeni nesillerin belki de bilmediği fakat eskilerin hep hatırladığı bir de Kazım Hoca vardı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, Karakaya mahallesindeki bir caminin imamıydı. Değişik bir insan, aydın fikirli bir imamdı. Önce şunu söyleyeyim: Ben ortaokulda okurken sınıfımızda Kadınhanlı tek kız öğrenci Kazım Hoca’nın kızıydı. Biz, Kazım Hoca’yı bilir, fakat ailesini tanımazdık. Bilenler öyle söylerlerdi. Kazım Hoca spora çok düşkündü. Sonraki yıllarda duyduğuma göre Konyaspor maçlarını hiç kaçırmazmış. Bir seferinde de “…Hocam namaz vakti geçiyor…” diyen bir adama “…Namazın kazası olur, fakat maçın kazası olmaz…Maçı bitirelim…” diye cevap vermiş olduğunu duymuştum.
Kadınhanı düğün adetleri arasında gelin evine giden bir kafilenin içinde 4-5 insan üzerlerine örtü ile deve şekline gelerek yürürlerdi. Önden davul çalınır, arkadan da bu kafile ilerlerdi. Bunu birkaç kere görmüştüm. 1994 yılına bir görevle Türkmenistan’a gitmiş ve 8 ay kadar kalmıştım. Ne ilginçtir ki, aynı adeti Aşgabat’ın (Türkmenistan’ın başşehri) yakın bir köyünde de gördüm. Aynı şekilde üzerlerini çeşitli örtülerle örterek deve halini almış bir grup insan gelin evine veya oğlan evine, tam hatırlamıyorum, gidiyorlardı. Böyle bir eğlence vardı. Hatta şunu söyleyeyim: Kadınhanı’nda böyle bir adet olduğunu, benzerini Türkmenistan’da görünce hatırladım.
1960’lı yıllarda Kadınhanı’nda spor (Futbol) çok gelişmiş idi. Nadir adında bir sporcu vardı. Sahada koşarken herkes “…yel gibi gidiyi…” derdi. Gerçekten kondisyonu ve performansı çok yüksek bir sporcuydu. Sonraki yıllarda da lise öğrencilerimiz arasında Karakurt, Ersöz, Dinçer, Katrancı… soyadlı sporcular vardı. Eğer ellerinden tutulsaydı her biri büyük takımlarda spor yapabilecek kabiliyette gençlerdi.
Kadınhanı’nda düğünlerde saz çalıp türküm söyleyen ve halk arasında “Karagöz” diye bilinen bir yerel sanatçı vardı. Hani “Kambersiz düğün olmaz” diye bir söz vardır ya, bu söz Kadınhanı’nda “Karagözsüz düğün olmaz” şeklinde söylense yeridir. Onu dinleyen insanlar günlerce bahseder, onun gibi söylemeye çalışırlardı.
Kadınhanı’nda , belki şimdilerde iyice unutulmuştur, yılın belirli günlerinde panayır kurulur, çeşitli halk eğlenceleri yapılırdı. Panayırda en önemli etkinlik At Yarışları idi. Gerçekten de nerelerden geldiğini bilmiyorum ama, çok sayıda yarış atı gelir ve şimdiki top sahasında at yarışları yapılırdı. Atlar ve jokeyleri halk arasında efsane gibi anlatılırdı.
Kadınhanı’nın eski günlerini hatırlayıp da Deli Rıza’yı hatırlamamak olur mu? Zihinsel özürlü, fakat güçlü kuvvetli bir adamdı. Bazen esnaflara eşya taşımakta yardım ederdi. Çocuklar, bazen de büyükler onu kızdırırlardı. Kızınca etrafındakilere söver sayardı. Ortaokulda okurken, bir gün Çolak Muammer’in lokantasında yemek yiyorduk. Yanımızda da şehrin hakimlerinden birisinin oğlu olan Doğan Ulusu diye bir öğrenci arkadaşımız vardı. Rıza’yı kızdırdılar o küfretmeye başladı. Orada bulunalardan birisi “…Rıza sövme…Bak hakimin oğlu burada…Babasına söyler,seni hapse atar…” gibi bir şeyler söyledi. Rıza dönüverdi bizim arkadaşa. Hakimin de…Oğlunun da…sövdü saydı. Çocuk önce çok şaşırdı, fakat onun özürlü biri olduğunu öğrenince o da gülmeye başladı. Rıza galiba 2000’lerde ölmüş. Allah rahmet eylesin diyeceğim ama, o zaten günahsız birisiydi…
Sonuç:
Çocukluğumun Kadınhanı, benim için gerçekten bir “Büyük Şehir”di. 40’tan fazla köyün yanında, Ilgın ve Sarayönü şehir ve köylerine de hizmet veren bir ticaret, sanayi ve tarım şehri idi. En usta keçeciler, en iyi marangoz ustaları, en maharetli demirci ustaları, ince zevkli saraciye ustaları…hepsi Kadınhanı’nda bulunurdu. Ayrıca o zamanlar bölgemizde çok meşhur olan Ladik halısının en iyi ustaları da Kadınhanı’nda bulunurdu. Evlerde kurulan tezgahlarda genç kızlar ve kadınlar ücret karşılığında Ladik halısı dokurlardı.
Çocukluğumun Kadınhanı’nı özlüyorum. Çocukluk arkadaşlarımı da özlüyorum. Sonraki yıllarda okuttuğum öğrencilerimi de hatırlıyor ve onları da özlüyorum. Onlardan birisini gördüğüm zaman çocukluğuma ve gençliğime dönüyor, o günleri sanki tekrar yaşıyorum.
Son.
|
|
||||||||||||||||||||||||||
|