SANAT ESERLERİ VE “YASAKÇI ZİHNİYET”
< - Geri Dön Eklenen Yorumlar Yorum Ekle 

SANAT ESERLERİ VE “YASAKÇI ZİHNİYET”  

 

Prof. Dr. Durmuş Yılmaz  

 

Geçtiğimiz hafta içinde  yazının başlığına temel olan 3 olayla karşılaştık. Bunlardan birincisi İstanbul  Bilgi Üniversitesinde  bir öğretim elemanı öğrencilerine bir tez hazırlattırıyor. Hazırlanan tez, içinde pornografik resim ve fotoğraflar  olduğu iddiası ile  şikayete konu oluyor ve sonunda üniversite yönetimi, tezi hazırlattıran öğretim elemanı ile birlikte  2 hocayı daha, iş akdlerini fesh ederek  üniversiteden uzaklaştırıyor.

İkinci olay bir TV  dizisi. “Muhteşem Yüzyıl”  adıyla bir dizi film çekiliyor. İlk bölümü 5 Ocak Çarşamba günü  gösteriliyor. Topkapı Sarayının Harem  dairesindeki bir sahne  sebebiyle Osmanlı Padişahı Kanunî Sultan Süleyman’ı  kötülediği  gerekçesiyle  diziye tepki yağıyor ve yasaklanması isteniyor.

Üçüncü olay Başbakan’ın  yurt gezisi sırasında Kars’da gördüğü bir  anıtı beğenmeyerek kızması ve yerinden kaldırılması emridir. Kars Belediye Başkanı da, anıtı “Ucube” (= Pek acayip şey)  olarak niteleyen Başbakan’ın emrini yerine getireceğini ve  söz konusu anıtı oradan kaldıracağını açıklıyor.

                Her 3 olayda da tipik bir “Yasakçı Zihniyet” görüyoruz. Hepsinde de “Halkın böyle istediği…”şeklinde bir değerlendirme  görülür. Halk gerçekten böyle mi düşünüyor, bunu bilen yoktur. Araştırmaya da gerek görmezler. Zira yasakçılar halk adına da düşünürler! Başbakan  ve doğal olarak politikacılar da  halk gibi düşünür(!) ve halkın  değerlendirmesi doğrultusunda hareket ederler. Zira onların işi de halk iledir. Fakat sanatçılar halk gibi düşünmezler. Sanatçılar halkın önünde ve ilerisindedirler. Sanatçı, bilginin üzerine bina olmuş düşünce ve fikir sahibi insandır. Onun tasavvur gücüyle halkın tasavvur gücü bir değildir. Bundan dolayı da, tarihin her devrinde, her ülkede ve her devlette sanatçılar az veya çok, fakat muhakkak yerleşik değer yargısına ters düşerler. Bilim insanları da böyledir. Dünyanın çeşitli yerlerinde “Popülizme” ( =Halk dalkavukluğu) kurban gitmiş çok bilim insanı vardır. Bilim alanında geri kalmış ülkelerin insanları  Darwin’i, Einstein’ı, Freud’u anlayamadıkları gibi İmam-ı Azam’ı da , İbn-i Sina’yı da, Mevlana’yı da anlayamamışlardır. Aynı şekilde sanattan anlamayan insanlar Fatih’in “Avnî”, Kanunî Sultan Süleyman’ın Muhibbî mahlasıyla yazdığı şiirleri okudukları zaman da anlamazlar ve hatta, -Mesnevî’de olduğu gibi- bunları “Müstehcen”  zannedebilirler. Böyle insanlar esasen,  müstehceni de bilmezler ve onu  “müstehrek” ile karıştırırlar.

                Sanat eserlerinin eleştirisine gelince, bu toplumun aydınlanmasında son derece önemli ve etkili bir bilimsel faaliyettir. Resim, heykel, tiyatro eseri, şiir, roman, hikaye, beste ve diğer sanatsal faaliyetler bunların uzmanları  ( Eleştirmenler) tarafından eleştirilir ve böylece  gerçek sanat eserleri ortaya çıkar. Sanatta gelişme de böyle olur. Zaten sanatçılar da  eserlerinin bu eleştirmenler tarafından incelenmesini ve eleştirisinin yapılmasını arzu ederler.

                Halk istemiyor” ya da  Dinimize aykırı                …Geleneklerimize aykırı… Kültürümüze aykırı…gibi açıklamalarla sanat eserlerinin yasaklanması tam anlamıyla bir “Ortaçağ Avrupası”  zihniyetidir. Bir heykelin yasaklanması ile bir kitabın yasaklanması ya da bir müzik eserinin, bir sinema filminin, bir bestenin yasaklanması aynıdır. Hepsinde de  sanatla ideolojiyi örtüştürme çabası vardır. Yani sanat ancak onların ideolojisine uygunsa sanattır, değilse sanat değildir!

                Sonuç: Sanat eseri, sanatçının zihinsel faaliyeti ile el emeğinin birleşmesiyle ortaya çıkar. Sanat eserine bakan herkes onda kendi müktesebatının izin verdiği kadarını görür. Edirne’de Selimiye camiine giren iki kişiden birisi muhteşem kubbenin nasıl oturtulduğuna  bakarken diğeri caminin ne kadar büyük olduğuna bakar. Oysa Ankara Kocatepe  camii Selimiye’den daha büyüktür!

                Çağdaş demokrasi ve hukuk anlayışına göre sanat eserleri onu üreten sanatçının izni olmadan değiştirilemez, tahrip edilemez, yıkılamaz, yakılamaz.  Telif Hakları yasası bunu güvence altına alır. Tarihî  eserler de insanlığın ortak malı ve mirası kabul edildiği için korunur. Yalnız bu anlayış medeni milletler ve ülkeler için geçerlidir. Afganistan’da Taliban örgütü “…İslamiyete aykırıdır” gerekçesiyle dağlardaki Budist heykellleri ve anıtsal eserleri yıkıp tahrip etmişti.  Bizim ülkemizde de zaman zaman yıkılan eserler olduğu gibi yakılan filmler ve kitaplar da olmuştur. Çağdaş Türk demokrasisinde  bunların arkada kaldığını düşünüyorduk. Fakat şimdi gördüklerimiz hâlâ yolun başında olduğumuzu gösteriyor.  

                Devlet adamlarına yol gösteren “Siyasetnameler”i  okuyanlar bilirler ki,  bilge kişiler  devlet adamlarına  ilim ve sanat erbabını koruyup gözetmeleri  hususunda nasihatlarda bulunurlar. İlim ve sanata değer veren milletler “Medenî”milletler olarak anılırlar.

                Son söz: İnsanlık bu gün sahip olduğu her şeyi ilim ve sanat insanlarına borçludur.

< - Geri Dön

ÖZ GEÇMİŞ
İLETİŞİM
ZİYARETÇİ DEFTERİ
DİĞER BAĞLANTILAR
ANASAYFA
Vefat ve Teşekkür
GERİ DÖN
Ziyaretçiler
Toplam :   1988558
Bugün :   4
Aktif :   4

Örnek Köy


Anasayfa | Makalelerim | Kitaplarım | Güncel | Anketler | Yazılarım | Tartışalım | İletişim | Ziyaretçi Defteri | Öz Geçmiş

Web Tasarım: www.linearyazilim.com