ÜNİVERSİTELERDE ÖĞRENCİ EYLEMLERİ (Yumurtalı veya domatesli !) Prof. Dr. Durmuş Yılmaz İkisi de üniversite öğretim üyeliğinden gelme olan 2 siyasetçinin- Prof. Dr. Burhan Kuzu ve Prof. Dr. Süheyl Batum- Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde ''Mülkiye Sosyal Araştırma Topluluğu'' öğrencileri tarafından 08 Aralık 2010 tarihinde düzenlenen toplantıda siyasal içerikli sloganlarla ve yumurta atılmak suretiyle protesto edilmeleri Türkiye’nin gündemini bir hayli meşgul etti ve bir müddet daha da meşgul edeceğe benziyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil olmak üzere iktidar partisinin tüm yöneticileri ile muhalefet partileri Genel Başkan ve Yardımcılarının da dahil olduğu tartışmaları kamuoyu da ilgiyle izledi ve izlemeye de devam ediyor. Hatta AKP milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun gerek olay günü ve gerekse de sonraki günlerde Ankara Üniversitesi Rektörü ile Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanını istifaya çağırması kamuoyunun ilgisini daha da artırdı. Fakat bunun yanıltıcı bir bilgiden kaynaklandığı ortada. Profesör Kuzu yaptığı açıklamalarda sürekli olarak “…Hem beni konuşma yapmak üzere davet ediyorlar hem de Rektör ve Dekan salona gelmiyorlar… Yanımda durmuyorlar…” ifadesini kullanmıştır. Burhan Kuzu’nun yanlışının sebebi bizce malumdur fakat kamuoyu bilmeyebilir. İzah edelim: Üniversitelerde “Öğrenci Toplulukları” adıyla oluşturulmuş organizasyonlar vardır. Yaklaşık 10 yıldan bu yana üniversitelerde Öğrenci Toplulukları adıyla kurulmuş yüzlerce örgüt vardır. Öğrencilerin, çeşitli sosyal, kültürel ve bilimsel faaliyetleri bu topluluklar adıyla ve vasıtasıyla yapmaları istenmiştir. Bu topluluklarla ilgili olarak üniversitelerde görevli bir daire bulunmakta ve toplulukların faaliyetlerinde onlara çeşitli yardımlar sunmaktadır. Bu yardımlar içinde uzaktan gelecek konuşmacılara yolluk ödenmesi, araç tahsis edilmesi, konaklama ihtiyaçlarının karşılanması…gibi yardımlar vardır. Öğrenci topluluklarının düzenlediği etkinliklere Rektör, Dekan ya da öğretim üyelerinin katılması da öğrencilerin daveti üzerine olmaktadır. Bu etkinlikleri doğrudan öğrenciler organize ettikleri için idareci ve öğretim üyelerinin katılması ya da katılmaması kendi tercihleri dahilindedir. Hatta, çoğu zaman öğrenciler kendilerini- kısmen de olsa- her hangi bir etki ve baskı altında hissetmesinler ve serbest bir ortamda fikir ve düşüncelerini özgürce ortaya koysunlar, konuşmacılara diledikleri soruyu sorsunlar diye, gerek idareciler ve gerekse öğretim üyeleri, toplantılara katılmazlar ve böylece öğrencilere tam bir serbest ortam sağladıklarını düşünürler. Gerçekten de öğrenciler hocaları ve idarecilerinin yanında kendilerini çoğu zaman tam olarak ifade edemiyorlar. Bu insanî bir durumdur. Biz öğretim üyeleri öğrencilerimize demokratik ortamlar temin etmeyi ve onların her çeşit düşünceyi serbestçe ifade edebilecekleri imkanlar sunmayı arzu ederiz. Bunu da demokrasi ve düşünce özgürlüğünün bir gereği olarak görür ve savunuruz. Elbette demokrasi dışı davranışları hoş görmeyiz ve onlara izin vermeyiz. Ankara Siyasal Bilgiler fakültesindeki olaylar da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Şimdi durumu madde madde bir toparlayalım: 1. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde, ''Mülkiye Sosyal Araştırma Topluluğu'' tarafından düzenlenen panele 2 konuşmacı davet edilmiştir. Daveti yapan adı geçen Topluluğun yönetim kuruludur. Yani Rektör ve Dekan değildir.
2. Davetlinin kimliği, yani milletvekili, bakan, komisyon başkanı vs. olması toplantının mahiyetini değiştirmez. 3. Rektör ve Dekan, davetlinin kimliğine bakarak hareket edemez ve toplantıyı üniversitenin bir faaliyeti haline getiremez. 4. Salonda toplanan dinleyicilerin o topluluğun üyeleri, o fakültenin hatta o üniversitenin öğrencileri olması gerekmez. Bu tür toplantılar halka açık yapılır. Yani dileyen herkes üniversitedeki etkinliklere katılır ve hatta katılması özellikle arzu edilir. Zira topluluklar etkinlikleri ne kendi üyeleri, ne de kendi fakülte veya üniversitelerinin öğrencileri için yapar. Konuyla ilgilenen herkes için yapar. Şunu da belirtmek gerekir ki, Öğrenci Toplulukları belirli fakültelerin öğrencileri tarafından değil, tüm üniversite öğrencileri tarafından kurulur ve çalıştırılır. Bu bilgiler ışığında olayı değerlendirdiğimizde Profesör Kuzu’nun da Profesör Batum’un da üniversite bilgilerinin güncellenmemiş olduğunu görüyoruz. Öğrenci toplulukları ve İşleyişi hakkında bilgilerinin olmadığı çok açık ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, protesto eylemlerinde yumurta veya domates atılması batı ülkelerinden geçme ve modern (!) bir yöntem olup Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin hemen hepsinde sıkça rastlanılan bir durumdur. Geri kalmış doğu ülkelerinde Molotof kokteyli gibi yanıcı ve yakıcı maddeler ile, taş, demir parçası vs gibi yaralayıcı maddeler atılırken Batı ülkelerinde yumurta ve domates gibi maddeler tercih edilmiştir. Bizim ülkemizde de bir çok şehirde zaman zaman yapılan PKK eylemlerinde yanıcı, yakıcı, yaralayıcı maddeler protesto eylemlerinde kullanılırken Siyasal Bilgiler Fakültesindeki eylemde yumurta kullanılmıştır. Aradaki bu farkı da politikacılarımızın anlaması gerekirdi. Sonuç: Profesör Kuzu’nun panelde kendisinin protesto edilmesi ile ilgili olarak Rektör ve Dekanı istifaya çağırması, yani bu idarecileri kendisine karşı yapılan protestolardan sorumlu tutması üniversitelerdeki Öğrenci Toplulukları ve Faaliyetlerini bilmediğini gösterdikten başka demokrasi ilkeleri konusunda da yeterli donanıma sahip olmadığını göstermektedir. Şöyle ki: Demokrasilerde Gösteri ve Protestolar, önceden izin almadan Bireysel veya Toplu; Yazılı veya Sözlü; Yürüyüş, Miting (Toplantı) veya benzer şekillerle yapılan bir eylem türüdür. Eylemin amacı karşı duruşun sesini duyurmaktır. Burada da vasıta olarak medya kullanılır. Yani Karşı duruşun sesinin duyurulmasında medyadan istifade edilir. Şimdi deniyor ki, protestocu öğrenciler, sessizce konuşmaları dinleseler, sonra da söz alarak karşı görüşlerini dile getirseler, fikir ve düşüncelerini konuşmacılara söyleseler olmaz mı? O sizin arzu ettiğiniz durum derslerde olur. Derslerde öğrenciler hocalarına karşı sizin söylediğiniz gibi söz alarak farklı görüş ve düşüncelerini ortaya koyarlar. Fakat bu durum hiçbir medya organında dile getirilmez. Neden? Çünki böyle bir dialog “Haber Değeri” taşımaz. Oysa protestonun amacına erişmesi için “Haber” olması lazım. Şimdi düşünelim: Günlerdir Türkiye’de konuşulan bu durum eğer yumurtalı bir saldırı şeklinde değil de konuşmacıları sessizce dinledikten sonra birkaç öğrenci söz alarak birkaç soru sorulmuş olsaydı bundan kimsenin haberi olur muydu! Kesinlikle olmazdı. Oysa protestoda sesini kamuoyuna duyurmak amaçlanır. O da bu şekilde olur! Gösteri yürüyüşlerinin ve mitinglerin şehrin en büyük meydanlarında yapılmasının sebebi de bu değil midir? Şehir yöneticileri, miting ve yürüyüşler için şehrin 10 Km uzağındaki bir alanı gösterseler uygun olur mu? Olmaz! Farklı görüş ve düşünce sahiplerinin seslerini duyurabilmek için yumurta ( bazı yer ve zamanlarda da domates) atmaları uygun mudur? Elbette uygun değildir. Fakat demokrasi de budur! Yani hoşgörü gerekir. Her yerde biz istediğimiz tasvibi alamayız. Bazıları bizi protesto edeceklerdir. Onların bizi nasıl protesto edeceklerine biz mi karar vereceğiz! Yani protestonun şekil, zaman ve usulünü biz mi onlara bildireceğiz! Yani “…Bize yumurta atmayın…Domates atmayın…Kağıttan uçak yapın da onları atın…” mı diyeceğiz! En iyisi bizi protesto edemezsiniz, diyelim! Son söz: Demokrasi, hoşgörü, uzlaşma ve tahammül rejimidir. Demokrasinin olmazsa olmazı Muhalefetdir. Muhalefet olmayan yerde zaten demokrasi de yoktur, protesto da yoktur, karşı görüş de yoktur. Galiba bize böyle bir demokrasi lazım! Eğer herhangi bir yerde varsa bize de haber verin de onu alalım… |
|
||||||||||||||||||||||||||
|