“İSRAİL MESELESİ”NDE DOĞRULAR VE YANLIŞLAR Prof. Dr. Durmuş Yılmaz Türkiye, gündem tutmaz bir ülke haline geldi.Her gün bir birinden daha önemli olaylar oluyor. Aylarca konuşulur zannedilen bir olay bir günde siliniyor ve yerine başka bir olay gündeme oturuyor. O da bir kaç günde kayboluyor başka bir olay çıkıyor. Gazeteci terimiyle Türkiye “haber kaynıyor”. 6 gün önce ( 31 Mayıs 2010) aynı anda PKK teröristleri İskenderun Deniz Üs komutanlığına saldırdılar ve 7 askerimizi şehit ettiler. 9 askerimizi de yaraladılar. Bu olayın acısını bile tam yaşayamadan Gazze olayı çıktı. Aynı gece, İsrail askeri birlikleri de, uzun zamandan beri İsrail devleti’nin koyduğu ambargo yüzünden büyük zorluk yaşayan ve en acil hayatî ihtiyaçlarını bile karşılayamayan Gazze halkına yardım götüren gemilere operasyon düzenledi ve çıkan arbedede 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetti. Türkiye’de geniş halk kitleleri aynı anda meydana gelen bu iki olaydan da çok etkilendi ve her yerde tel’in mitingleri yapıldı. Olay günü Brezilya, Şili ve Arjantin’e (Güney Amerika ülkeleri) resmî ziyaretlerde bulunan başbakan R.T. Erdoğan da gezisini yarıda keserek Türkiye’ye döndü ve Ankara’da toplanan parti grubunda İsrail’i sert ifadelerle kınayan bir konuşma yaptı. Üniversiteler başta olmak üzere bir çok kamu kuruluşu olaylar hakkında kınama bildirileri yayınladılar. 3 Haziran Perşembe günü öğle namazını müteakip Gazze’de hayatlarını kaybedenler için cenaze namazı kılındı ve Fatih camii avlusu miting alanına dönüştürülerek atılan “…İsrail Kahrolsun!..” sloganları eşliğinde yakılan İsrail bayrakları ile Gazze olayı bir kere daha kınandı ve lanetlendi. 4 Haziran Cuma günü de İstanbul dışına gönderilen cenazeler için defin törenleri düzenlendi. Yaklaşık 5 günden bu yana süren gösteriler, yapılan konuşmalar, yayınlanan bildiriler topluca değerlendirildiğinde Türk kamuoyunun İsrail ablukası altında tutulan ve çok zor bir hayatı sürdürmekte olan Gazze halkına olağanüstü ilgi gösterdiği ve mitinglerde atılan sloganlara bakılırsa da İsrail’e savaş açılması ve Gazze halkının İsrail ablukasından kurtarılması için neredeyse savaşa hazır olduğu görülmektedir. “Mehmetçik Gazzeye!” sloganı bu isteği açıkça dile getirmektedir. Bu gelişmeler karşısında dikkatimizi çeken bir hususa burada işaret etmek gerekir: Türkiye’de yıllardan beri sürüp giden terör olaylarında bu güne kadar binlerce asker, polis, öğretmen ve diğer kamu görevlilerimiz şehit düşmüşlerdir. Gazze olayı olduğu gün de İskenderun’da 7 askerimiz şehit olmuştur. Ne 1993 yılında Bingöl’de 33 askerimizin şehit olması ne diğer saldırılar ve ne de Gazze ile aynı günde cereyan eden İskenderun saldırısı şu Gazze olayı kadar kamuoyunda derin infial yaratamamış, bu çapta bir ilgi uyandıramamıştır. Bu duruma bakarak şunu açıkça söyleyebiliriz: İsrail’in Gazze yardım gemilerine yaptığı baskın ve işlediği cinayet Türk askerlerinin terör saldırıları sonunda şehadetini bastırmıştır. Geniş halk kitleleri - tabir yerindeyse- şehit askerlerimizi unutmuş olarak günlerden bu yana İsrail’i protesto etmekle meşguldur. Üniversiteler başta olmak üzere çeşitli kamu kuruluşları kınama ve tel’in bildirileri yayınlamışlardır. Burada da durum aynıdır. Benim üniversitem, Selçuk Üniversitesi, olaylarla ilgili olarak kınama bildirisi yayınladı. Selçuk Üniversitesi’nin yayınladığı bildiride İsrail protestosunun birinci sırada yer aldığı ve daha uzun ve daha içten mesajlar içerdiği; şehit askerler için yayınlanan bildirinin ise, İsrail Kınama Bildirisinin arkasına eklendiği ve daha kısa ve alışılmış bir metin şeklinde kaleme alınmış olduğu dikkat çekmektedir. Neyse ki benim diğer üniversitem, Uşak Üniversitesi bildirisinde asıl metin şehit askerlerimiz için kaleme alınmış İsrail protestosu buna eklenmiştir. Bu bildirilerden birincisini (Selçuk Üniversitesi) yanlış, ikincisini (Uşak Üniversitesi) doğru olarak değerlendiriyor ve Uşak Üniversitesini bu doğru yaklaşımından dolayı kutluyorum. Zira Türk Milleti için kendi topraklarında, kendi askerlerine yapılmış bir saldırı, önem bakımından, Filistin –İsrail savaşının bir uzantısı olan gemi baskınından daha önce gelir ve Türk Milleti ve onun kurumlarının ilk tepkisi buna olmalıdır. Örnek olması bakımından, her iki bildiriyi de buraya aktarıyorum:
KINAMA MESAJI
Tamamen insani duygularla hareket eden ve tek amaçları ambargo altındaki Filistin halkına yardım ulaştırmak olan, aralarında çok sayıda Türk vatandaşının da bulunduğu sivil yardım gönüllülerini taşıyan ‘Mavi Marmara’ gemisine yönelik İsrail askerleri tarafından girişilen kanlı saldırıyı ve ardından yaşanan gelişmeleri kaygı ve üzüntü içinde izliyoruz. İsrail’in devlet bütünlüğüne ve ülke güvenliğine yönelik hiçbir saldırı yahut tehdit söz konusu değilken, izlenen bu savaşçıl tutumu anlamlandırmak mümkün değildir. Uluslararası sularda meydana gelen, uluslararası hukukun hiçe sayıldığı ve akla yatkın hiç bir gerekçesi bulunmayan bu saldırının dünyanın hiçbir kesimi tarafından kabul görmesi de mümkün görünmemektedir. Dünya barışını tehdit eden, aynı zamanda insani değerlerle hiç ama hiç bağdaşmayan bu davranışı şiddetle kınıyor, olayın sükunetle son bulması için gerekli sağduyunun bir an önce gösterilmesini temenni ediyoruz. Aynı zamanda Hatay’ın İskenderun İlçesi’nde eli kanlı terör örgütü mensupları tarafından Deniz Kuvvetleri Komutanlığı karargâhımızdaki askerlerimize düzenlenen saldırıyı da nefretle kınarken, ülkemizin bölünmez bütünlüğüne yönelik bu tür alçak girişimlerin milletimizin birlik ve beraberlik duygularını daha da pekiştirdiğine inanıyoruz. Gerek İsrail’in gerekse terör örgütünün gerçekleştirdiği bu saldırıların karşılığının büyük milletimizin sağduyulu tutum ve yaklaşımı ile en insani biçimde karşılık bulacağından şüphe duymuyoruz. Her iki saldırıda da yaşamını yitiren askerlerimize ve sivil vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınları başta olmak üzere tüm milletimize başsağlığı diliyoruz. Selçuk Üniversitesi Senatosu Adına
KAMUOYUNA DUYURU
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milli birlik ve beraberligini bozmaya yönelik
düzenlenen terör saldırılarında son günlerde yogun bir artıs gözlenmektedir. Bu
menfur saldırılardan biri 31.05.2010 tarihinde 00.40 sularında Hatay’ın _skenderun
ilçesinde bulunan Deniz _kmal Destek Komutanlıgı’na roketatarlı saldırı seklinde tertipedilmistir. Askerlerin nöbet degisimi esnasında gerçeklestirilen terör saldırısında ilk belirlemelere göre 6 askerimiz sehit olmus ve 11 askerimiz de yaralanmıstır. Usak
Üniversitesi Senatosu olarak sehit düsen askerlerimize Allah’tan rahmet, acılı
ailelerine bassaglıgı, terör saldırısı sonucu yaralanıp hastaneye kaldırılan
askerlerimize acil sifalar dileriz. Bu tür saldırıları esefle kınıyoruz. Unutulmamalıdır ki;
Türk Milleti tarihi boyunca tarifi güç pek çok badireler atlatmıstır. Milletimizin azmi,
kararlılıgı, cesareti ve birlikte yasama arzusu, hainlerin ve dıs güçlerin emellerini
gerçeklestirmeleri önündeki en büyük engeldir. Vatandaslarımız arasında nifak ve
ayrılık tohumları ekmeyi, insanlarımızı katletmeyi, birçoklarının hayatlarını karartmayı
amaç edinen ayrılıkçı terörizm, hiçbir zaman amaçlarını gerçeklestiremeyecektir.
Ayrıca bugün Gazze halkına insani yardım ulastırmak için birkaç gün önce
Türkiye’den yola çıkan gemilere ates açılması sonucu can kayıplarının olması da
üzüntümüzü arttırmıstır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
USAK ÜNİVERSİTESİ SENATOSU Şimdi asıl konumuza geçelim ve İsrail olayında doğru ve yanlışları tespit etmeye çalışalım: Önce “Doğru” olarak değerlendirdiğimiz hususu yazalım: İsrail devletinin Gazze halkına uyguladığı ambargoyu delmek ve orada yaşam mücadelesi veren bir buçuk milyon Gazze halkına yardım ulaştırmak için bir kısım insanların, hayatlarını da tehlikeye atarak, yardım götürmek istemeleri her türlü takdirin üstünde bir davranıştır. Öncelikle onları kutluyorum. Bu olayda maalesef tek doğru olan budur. Yanlış olanlara gelince: 1. O gemilere çocukların alınması kesinlikle yanlıştır. Zira çocukların bırakın savaş ortamının içine sokulması onların bu manzaraları TVlerde izlemesi bile yanlıştır. Çocukları böyle ortamlardan uzak tutmak gerekir. 2. Yardım gemisinin, İsrail devlet yönetimine rağmen Gazze’ye girmek istemesi kesinlikle yanlıştır. Zira, İsrail Gazze halkının temsilcisi konumunda olan HAMAS örgütü ile savaş halindedir. İsrail bu örgütü Terör Örgütü olarak ilan etmiş ve ona göre muamele etmektedir. Yardım gemisinin oraya zorla girmek istemesi İsrail’e göre terör örgütüne yardım etmek anlamına gelmektedir. 3. Türkiye’nin Filistin-İsrail savaşında taraf olması kesinlikle yanlıştır. Bu savaşın bir tarafında İsrail devleti var, fakat diğer tarafında tek bir yönetim yoktur. Bilinen kadarıyla 4 ayrı yönetim vardır ki, bunlar da zaman zaman bir birleriyle çatışabilmektedirler. Bunlar: El-Fetih, Hamas, Hizbullah, İslami Cihad…gibi örgütlerdir. Gazze, Hamas örgütünün bölgesidir. Son olaylar karşısında Türkiye Filistin halkının değil, Hamas örgütünün yanında yer almış görüntüsü vermiştir. Türkiye bu olayla sanki “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” dışpolitika doktrinini değiştirmiş gibidir. 4. Eğer, İHH bir Sivil Toplum Kuruluşu olarak Gazze halkına yardım götürmeye karar vermiş ise, Türk Hükümeti, Türk yurttaşlarının güvenliğini sağlamak için devreye girmeli ve İsrail ile diplomatik temas kurarak gemilerde götürülen yardımın ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını sağlamalıydı. Hükümetin olayın başında sessiz kalması yanlış bir tutum olmuştur. 5. Eğer İsrail olumlu cevap vermemiş ve gemileri Gazze’ye sokmayacağı hususunda ısrarlı davranmış ise o zaman da hükümet, İHH örgütünü uyararak Türk vatandaşlarını oraya götürmemesini istemeliydi. İsrail’in bilinen tutumuna karşılık hiçbir güvence sağlamadan Türk yurttaşlarını göndermek ve sonra da ölü ve yaralılar için, gerek başbakan ve gerekse dışişleri bakanlarının yaptığı duygu ve öfke dolu konuşmalar kesinlikle “devlet adamı” tavrı ve tutarlı bir diplomasi usulü olamaz. 6. Yıllardan beri yabancıların Türkiye’nin iç işlerine karıştığından ve Türkiye’ye yönelik terör hareket ve örgütlerini desteklediğinden şikayet eden Türk yöneticilerinin İsrail’in iç işlerine böylesine karışması bir çelişki görünümü vermektedir. Her hangi bir devletin “İnsanî Yardım” diyerek PKK teröristlerine yardım götürmesi nasıl Türk kamuoyunda iyi karşılanmazsa, Gazze’ye yardım götürülmesi de İsrail kamuoyunda iyi karşılanmaz. Baskının uluslararası sularda olması bir anlam ifade etmez. Gemilerin Gazze’ye gittiği günlerden beri ilan ediliyor. Kaldı ki, İsrail de tıpkı ABD gibi “Önleyici Vuruş” doktrini uygulamaktadır. Yani kendilerine yönelik tehdit ve tehlikeyi bulunduğu yerde vurmaktadırlar. ABD, bırakın uluslararsası suyu falan Irak’ı kendi toprakları içinde vurdu. Afganistan’da yaptığı da budur. Geçmişte Libya’yı da Libya toprakları içinde vurmuştur. Türkiye de zaman zaman Irak topraklarına girerek PKK teröristlerini vurmaktadır. “Ülke sınırları dışında operasyon yapılamaz” tezi Türkiye’yi ileride sıkıntıya sokacaktır. Türkiye’nin daha tutarlı bir politika izlemesi gerekir. 7. Mavi Marmara adlı gemi Komor Adaları (Commores) bayrağı taşımaktadır. Bu durum Türkiye’nin İsrail’e diplomatik kanaldan bile olsa müdahalesini zorlaştırmıştır. Zira İsrail’in baskın yaptığı gemi Komor bandıralıdır ve resmiyette Türkiye ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Yabancı bandıralı bir gemi ile Türk vatandaşlarının gönderilmesi de kesinlikle yanlış bir durumdur. 8. İHH örgütünün siyasal düşünce yapısı ve gerekse de baskın sonrasındaki tepkiler bu olayın Türkiye tarafında ortak bir kamuoyunun değil de “Siyasal islamcı” bir kesimin bulunduğu görüntüsünü vermiştir. Yapılan bütün toplantılarda tekbirler getirilerek, namaz kılınıp dualar okunarak; İsrail hakkında sıkça dinî içerikli ifadeler kullanılarak ortaya konulan tavır, meselenin odağında Musevîlerin (Yahudiler) Müslümanlara zulüm yaptıkları lşeklinde bir tablonun olduğunu göstermektedir. Yani mesele Musevî-Müslüman çatışması şekline sokulmuştur. “İnsanî Yardım” “İslamî Yardım”a dönüşmüştür. Bu durum meselenin geniş bir kamuoyu tarafından değil de belirli bir kesim tarafından sahiplenilmesi sonucunu doğurmuştur. Başbakanın konuşmaları ve tavrı da bu görüşü desteklemiştir. Hal böyle olunca da ortaya çıkan tablo, Gazze’nin masum halkına insanî yardım götürmekten ziyade, sanki Filistin halkının siyasal dinci örgütü Hamas ile Türkiye’nin siyasal dinci kökenli iktidar partisi AKP’nin işbirliği gibi algılanmıştır. Başbakanın 4 Haziran günü yaptığı konuşmada “...Hamas asla terör örgütü değildir...İşgal edilmiş topraklarını savunan bir direniş örgütüdür...” şeklindeki sözleri, ileride Türkiye’yi sıkıntıya düşürecek ve PKK örgütü tarafından kullanılacak sözlerdir. Uluslararası platformlarda da Türkiye bu sözlerden dolayı bazı konuları anlatmakta zorlanacaktır. Hükümetin bu tutumu ve yaklaşımı da kesinlikle yanlıştır. 9. Yanlış olan bir diğer husus da şudur: Türkiye’de İktidar partisi, onunla benzer siyasal görüşleri paylaşan diğer partiler ve hükümetin de desteklediği Gazze’ye yardım harekâtı ve sonunda meydana gelen olaylar hakkında, bizim de burada yaptığımız gibi, eleştirel bir bakış açısı ile farklı bir görüş ortaya koyan, farklı bir düşünce sergileyen hemen herkes “...İnsanlık düşmanı...Filistin düşmanı....İsrail yanlısı...”gibi suçlamalarla karşılaşmaktadır. Bu gelişme ülkemizde, fikir ve düşünce özgürlüğünün kısıtlandığı, Şerif Mardin’in tabiriyle “Mahalle Baskısı”nın arttığı ve düşünce ve fikir adamlarının görüşlerini serbestçe ortaya koymaktan çekindikleri veya kaçındıkları bir Türkiye ortamının doğmasına yol açmaktadır. Türkiye’de erişmeye çalıştığımız “İleri Demokrasi” her halde bu değildir. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Gazze harekâtını düzenleyen, IHH kısa adıyla bilinen bir yardım kuruluşudur. Yani bir Sivil Toplum Örgütüdür(NGO). Hükümetlerden bağımsızdır. O halde akla ilk gelen soru şudur: Hükümetten bağımsız bir kuruluş yardım götürmek istiyor ve İsrail de buna izin vermiyor. Peki o zaman Türk kamuoyu ve hükümet neden bu kadar işin içinde? Demek ki, iş böyle değil! Geminin Komor bandırası taşıması da, yardımın IHH adına götürülüyor gibi gösterilmesi de mizansen. Doğrusu şudur: Bir kısım Türk yurttaşları Gazze’ye yardım götürmek maksadıyla -esas amaç Gazze ambargosunu delmek- hükümetin de bilgisi ve yol göstermesi ile Gazze’ye hareket ediyor. İsrail de bunu biliyor ve gemileri yaklaştırmıyor. Yani asıl amaç, Gazze’de ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırmaktan ziyade İsrail ambargosunu delerek Hamas örgütüne yürüttüğü siyasal mücadelede yardımcı olmaktır. Eğer maksat gerçekten Gazze’de yardıma muhtaç insanlara ulaşmak ise o zaman bu harekât tümüyle başarısızlık ve fiyasko işle sonuçlanmıştır. Oysa İHH tarafından yapılan tüm açıklamalarda harekâtın başarıya ulaştığı ve dünya kamuoyunun ilgisinin İsrail ve Gazze’ye çekilmesinin sağlandığı söylenmektedir. Sefalet içinde yaşayan Gazze halkından bir tek kişiye bile bir paket un verilemediği halde bu harekât nasıl başarıya ulaşmış olur!!! Buradan da açıkça anlaşılıyor ki, harekâtın asıl amacı İsrail’in Gazze ablukasını kırmak, ambargoyu delmektir.
Eğer AKP’nin, AKP iktidarının, IHH’nın ve onların siyasal paydaşlarının dünyanın çeşitli yerlerinde işlenen insanlık suçlarına, ambargolara ve haksızlıklara karşı bir ilke kararı, bir insanlık prensibi varsa o zaman da şu sorulara cevap bulunması gerekir:
Son söz yerine: Başbakanın 4 Haziran konuşmasında bir de “...Kudüs’ün kaderi ile İstanbul’un kaderinin bir olduğu...” şeklinde bir cümle vardır ki, neden söylendiğini de ne söylenmek istendiğini de kimse anlayamadı. Kudüs 44 yıldan bu yana İsrail işgali altında olduğuna göre acaba İstanbul ile nasıl bir bağlantısı vardır??? Bu IHH Türkiye’nin başına çok iş açacağa benziyor! 05.06.2010
|
|
||||||||||||||||||||||||||||
|