LOZAN VE MODERN TÜRKİYE
Prof. Dr. Durmuş Yılmaz
Lozan Antlaşması, ilk başta İstiklâl Savaşı ve zaferi üzerine işgalci Avrupa devletleri ile imzalanan bir antlaşma gibi görülmekle beraber, müzakere süreci, müzakere konuları, ekleri ve protokoller birlikte incelendiğinde bu antlaşmanın gerçek anlamda bir “Tarihsel Hesaplaşma” olduğu görülmektedir. Türklerin Anadolu’daki yaklaşık 800 yıllık varlığı Avrupalılar tarafından her zaman sorgulanmış ve denebilir ki, Lozan antlaşmasına kadar da tam olarak kabul edilmemiştir. Bunun en açık örneği Sevr Antlaşmasıdır ( 10 Ağustos 1920). Bu antlaşma ile Avrupalı devletler Türklerin Anadolu ve Balkan hakimiyetine son verdikten başka bölge üzerindeki etki ve baskılarını da tam olarak ortadan kaldırdıklarını düşünmüşlerdi. Hatta Türk Milleti’nin ayrılmaz ve koparılmaz bir unsuru olan Kürtleri de ayrı bir millet olarak tanımlayarak -tıpkı Ermenilere yaptıkları gibi- onların coğrafyalarını da ayırmışlardı. Kendi ülkelerinde, Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da hatta İngiltere’de- ortak değer yüzdesi çok düşük bir çok halkı bir araya getirerek bir millet yaratmaya çalışırlarken Türk Milleti’ni çeşitli bahanelerle irili ufaklı bir çok parçaya bölmeyi planlamışlardı. Fakat Mustafa Kemal’in önderliğinde tek bilek tek yürek olan Türk Milleti bu planı ve oyunu hemen görmüş ve başlattığı İstiklâl savaşını zaferle sonuçlandırarak kendisine yazılan kötü kaderi değiştirmiştir. 1922 yılı Ekim ayında ne Sevr kalmış ne de onu hazırlayanlar. Hepsi birden tarihin sayfalarına intikal etmişlerdir. Artık Anadolu’da kılıcının gücü ile burada ebedî olarak yaşamayı hak etmiş bir Türk Milleti vardır. Ve daha da önemlisi Türkler ile Kürtler ayrılmaz bir bütün olduklarını da dünyaya ilan etmişlerdir. Mustafa Kemal açıkça ifade etmiştir: Türkiye devletini kuran halka Türk Milleti denir.
Son 10 asırlık tarihsel süreç incelendiğinde görülecektir ki, Avrupa’nın tarihi de Türklerin tarihi de Anadolu ve Balkanlarda hakimiyet kurma mücadelesi tarihidir. 12 ve 13. yüzyıllardaki Haçlı Seferlerinden başlayarak 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen süre hemen hemen aynı istinat noktalarına dayanmaktadır. Kısaca şöyle diyebiliriz: 1071 yılında Malazgirtte Türklerin karşısında hangi güç ve ordu var ise 1921 yılında Sakarya’da da aynı güç ve ordu vardır. Yani Türklerin düşmanı değişmemiştir. Doğal olarak Avrupalının da öyledir. İşte bundan dolayı Türklerin ve Avrupalıların son 10 asırlık tarihi bir birleriyle mücadele tarihidir. Esas unsur budur, diğerleri teferruattır.
Lozan Antlaşması, 1918’den 1923’e kadar geçen 5 yıl içinde Avrupalı devletlerle Türklerin imzaladığı 4. ve nihaî antlaşmadır. Birincisi Mondros (Moudros) 30 Ekim 1918 idi. Bunun Barış Antlaşması adıyla imzalanan devamı Sevr’dir. Sevr’i uygulanamaz yapan İstiklâl Savaşı ve zaferidir. Bunun üzerine imzalanan ateşkes anlaşması da Mudanya’dır. (11 Ekim 1922). İşte Lozan, Mudanya’da Avrupalı 3 devletin- Fransa-İngiltere-İtalya- kabul ettikleri “Türk Gerçeği”nin daha şumullü bir şekilde tescili ve tasdikidir. 24 Temmuz 1923 tarihi de bu bakımdan Türklerin Anadolu’da yeniden doğuşu hükmündedir. Lozan’ın önemi veya değerini anlamak ve anlatmak için hiç şüphe yoktur ki, kendisinden önce imzalanan Mondros ateşkes ve Sevr barış antlaşmaları ile Mudanya ateşkes anlaşmasını iyi okumak gerekir. Lozan’ın önemini küçümseyenler ve hatta “Lozan Zafer mi Hezimet mi” diye kitap yazanlar acaba Sevr için ne demektedirler? Lozan “Hezimet” diye tanıtılırsa acaba Sevr nasıl tavsif edilebilir? Bilindiği gibi Sevr Lozan’dan daha kapsamlı bir metindir. Toplam 433 maddeden oluşan Sevr’de acaba “Türkiye” diye bir yer var mıydı? Bütün bunları birlikte ele alıp Lozan’ı öyle değerlendirmek gerekir.
Lozan antlaşması, yalnızca Türklerin Anadolu’daki ebedî varlığını değil, Türklerin Anadolu’da-Türkiye’de- nasıl bir devlet ve nasıl bir yönetimle yaşayacaklarını da kesin hükme bağlamıştır. Türkler artık ne monarşi ne de meşrutî monarşi ile değil, doğrudan cumhuriyetle idare olunacaktır. Türk Milleti’nin tercihi bu olmuştur. Zaten başka türlü de olamazdı. Monarşinin Türk Milletini getirdiği nokta Sevr olmuştur. Halk bu antlaşmayı tanımayarak İstiklâl savaşını başlatmış ve zaferle sonuçlandırmıştır. Zaferin sahibi olan halk yönetimin de sahibi olacaktır. Bu da Cumhuriyet’tir. Mustafa Kemal Samsun’da halktan aldığı bu misyon ile İstiklâl savaşını yönetmiş ve zaferle sonuçlandırmıştır. Her vesileyle de bu gerçeği ifade etmiştir. İdarenin hakiki sahibi Türk Milleti’dir.
Türkiye Cumhuriyeti 2 temel belge üzerine bina olunmuştur ki, bunlardan birincisi Misak-ı Millî ( önce Ahd-i Millî) ikincisi de Lozan Antlaşmasıdır. Bu gün de Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış Politikası bu iki belgenin özü etrafında şekillenmekte ve bu iki belgeden beslenmektedir. Bu iki belge Türk Dış Politikasının hayat damarlarıdır.
Lozan antlaşmasının ruhu yeni Türk devletinin (Türkiye Cumhuriyeti) de ruhudur. Burada aslolan eşit şartlarda Tam Bağımsızlıktır. Hedef, dünya milletler ailesinin eşit ve şerefli bir üyesi olmak ve onlarla barış içinde yaşamaktır. Yurtta Sulh Cihanda Sulh işte budur. Barış’ı esas alarak cumhuriyeti kuranlar, barışın da güçle korunabileceği gerçeğinden hareketle güçlü ve donanımlı bir orduyu asla ihmal etmemişlerdir. Bu gün Türk Silahlı Kuvvetleri cumhuriyetin temel değerleri üzerinde teşkilatlanma ve hareket kabiliyeti oldukça yüksek dünyanın sayılı silahlı kuvvetlerinden birisi haline gelmiştir. Her hangi bir devletin silahlı güçlerinin gelip de Türkiye’nin her hangi bir noktasını işgal etmesi bu gün hayal dahi edilemez. 1920’li yıllarda Yunan askerlerinin Afyonkarahisar’a kadar batı Anadolu’yu işgal ettiğini hatırlayacak olursak bu cümle daha iyi anlaşılır.
Lozan, Türkiye Cumhuriyetinin temel siyasal belgesidir. Lozan’dan sonra Türk Milleti temel tercihini yapmış ve çağdaş uygarlık yolunu benimsemiştir. Osmanlı’dan tevarüs edilen çok milletli yapı terk edilmiş ve müttehit ve mütecanis ( Birlik halinde ve uyum içinde) bir halkın üniter devleti ortaya çıkmıştır. 1924 Anayasası bu hedefi gerçekleştirmek üzere hazırlanmış ve bu gün de geçerli olan hükümleri uygulamaya konulmuştur. Hukuk Birliği sağlanmış çağdaş ve modern bir devletin temelleri atılmıştır. Eğitimden hukuk sistemine; alfabeden sosyal alanlara ve hatta kılık-kıyafete kadar her alanda köklü ve kalıcı reformlar yapılmıştır. Lozandan önceki 12 yılını savaşlarda geçiren ve birbuçuk milyondan fazla askerini Yemen’den Galiçya’ya ; Kafkasya’dan Akdeniz adalarına kadar uzanan savaş alanlarında kaybeden Türk Milleti artık bundan sonra barış içinde yaşamayı ve refah alanında dünya ile yarışmayı seçmiştir. Bu düşünce ile 2. Dünya savaşında taraf olmamış ve milletimiz zaten çok az olan gelirlerini kalkınma yolunda, fabrikalar kurmak, yol yapmak, mektep açmak gibi alanlarda harcamıştır. Eğer bu gün Türkiye AB ülkeleri ile boy ölçüşebiliyor ya da onları zorlayabiliyorsa, gururla söyleyelim ki bu cumhuriyetin eseridir. Şunu da ifade edelim ki, Türkiye’yi uluslararası platformlarda temsil edenler eğer cumhuriyetin kuruluş şartlarını iyi bilir ve ilkelerini arkalarına alırlarsa her zamandan daha güçlü olacaklardır. Zira o güç Avrupa’nın çok övdüğü Sevr antlaşmasını basit bir kağıt parçasına dönüştürerek çöpe atan ve yerine Lozan antlaşması gibi şerefli bir belgeyi koyan Türk halkının gücüdür.
Sonuç: Lozan Antlaşması ile Avrupalı devletlerle aramızda kurulan dostluk ve işbirliği bu gün daha da gelişmiş vaziyettedir. En azından hiçbir Avrupalı devletle yakın ve uzak savaş tehdidi altında değiliz. Tam aksine Avrupalı devletlerle bir çok uluslar arası kuruluşta birlikte bulunuyoruz. Avrupa Birliği üyeliği ise – eğer mümkün olursa- bu zincirin son halkası olacaktır. Üyelik olmasa bile modern ve çağdaş Türkiye, 18. yüzyıl sonlarından itibaren erişmek istediği Avrupa standartlarına erişmiş ve hatta bazı alanlarda ileriye geçmiş vaziyettedir. Kalkınma hamlelerini duraksatan bazı iç meseleler eğer halledilebilirse Türkiye gerçek anlamda çağlar üzerinden sıçramış olacaktır ki, bu da Büyük önder Mustafa Kemal’in Türk Milleti için gösterdiği hedeflerin ve tercih edilen sistemin ne kadar doğru olduğunu göstermektedir.
|
|
||||||||||||||||||||||||||
|