Demokrasilerde “Kuvvetler Ayrılığı” İlkesi ve Uygulamada Karşılaşılan Zorluklar
Prof. Dr. Durmuş Yılmaz
Uşak Ün. İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Dekanı-Uşak
durmus.yilmaz@usak.edu.tr
ÖZET
Demokrasinin bir toplum için en iyi idare tarzı olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Zira demokrasi, insanı (Bireyi) esas unsur olarak kabul etmektedir. Demokraside insanlar hak ve ödevleri yasalarla belirlenmiş yurttaşlar (Vatandaş)dır. Oysa demokrasi dışı idarelerde bazen devlet, bazen çoğunluk bazen belirli bir sınıf öncelikli olmakta ve birey bu güçler karşısında her zaman zayıf kalmaktadır. Demokrasi, bireyi yalnızlıktan kurtarmaktadır.
Demokrasi, halk içinde var olan düşünce ve görüş ayrılıklarının zenginlik olarak kabul edilebilmesidir. Demokraside farklı düşünce ve görüşler için ilke şudur: Her düşünce muteberdir fakat makbul değildir. Vatandaşların demokrasi eğitimi ile bu olgunluğa erişmeleri gerekir. Demokrasi ancak eğitimli toplumların idare tarzı olabilir.
“Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi demokrasinin alfabesidir. Yasama, Yürütme ve Yargı geleneksel kuvvetlerdir. Medya (Mas Media) ve Sivil Toplum ise modern kuvvetler olarak bu gün dünyada kabul edilmiştir. Kuvvetlerin bir birlerinin altında ya da üstünde olması değil, bir birleri ile uyumlu olarak çalışması esastır. Eğer kuvvetlerden birisi diğerini baskı altına alırsa demokrasi bundan zarar görür.
Kuvvetlerden en saygın olanı Yargı” dır. Zira Yargı, toplumun her bireyine eşit uzaklıktadır. Yasama ve Yürtüme ise belirli siyasal oluşumlardan kaynaklanmaktadır. Bunun için Yargı diğer kuvvetleri de kontrol etme güç ve yetkisine sahiptir. Anayasa Mahkemesinin Yasama Organı tarafından çıkarılan yasaların Anayasaya uygunluğunu denetlemesi bunun ifadesidir.
Demokrasi ile idare edilen ülkelerde-Türkiye gibi- bazen kuvvetler çatışabilmektedir. Çoğu zaman da Yürütme diğer kuvvetleri bastırmaktadır. Güçlü Parti Genel Başkanları olduğu zaman Yürütme Yasamayı etkisi altına alabilmektedir. Başbakan (Yürütme Kuvveti Başkanı) aynı zamanda Yasama organında çoğunluk partisi Genel Başkanıdır. Bu sebeple hem Yasama Kuvveti hem de Yürütme Kuvveti aynı kişinin elinde toplanmaktadır. Böyle durumlarda demokrasi zarar görmektedir.
Principle of “Separation of Powers” in Democracy and Its Practical Difficulties
ABSTRACT
It is an undebatable fact that Democracy is the best method of government for a society since democracy regards human (the individual) as the fundamental element. In democracy, people are the citizens, whose rights and duties are determined by laws. However, at non-democratic governments; sometimes the state, sometimes the majority and sometimes a certain class have superiorities and the individual always remains weak against such powers.
Democracy is the ability to accept different ideas and opinions within the public as enrichment. The principle of democracy with regard to differing ideas and opinions is: Every opinion deserves respect, yet every opinion is not acceptable. Democracy can only be the form of government for educated societies.
The principle of “Separation of Powers” is the alphabet of democracy. Executive, legislature and judiciary are the conventional powers. Meanwhile, Media (Mass Media) and Non-Governmental Society have now been accepted as the modern powers in the entire world. The principal point is not whether the powers are superior or inferior against each other but that if they work in harmony with each other. Democracy would be damaged if one of the powers suppresses another power.
The most respected one among the powers is “Judiciary” as it stands at an equal distance to each individual of the society. Executive and legislature arise from certain political formations. Therefore, Judiciary has the power and authority to control the other powers, too. This is expressed in the Constitutional Court’s supervision of the laws legislated by the legislature from the point of their conformity to the Constitution.
Sometimes, powers may conflict in the countries governed with democracy –such as Turkey. And most of the times, Executive suppresses the other powers. The Executive may influence Legislature when there are strong Party Leaders. The Prime Minister (Head of the Executive Power) is also the Leader of the majority party in the Legislature. Therefore, both the power of Legislature and Executive are held by the same person, and democracy is damaged under such circumstances.
Giriş
En genel ifadesiyle “Halk İdaresi” olarak tanımlanan demokraside halkın yeri ve rolü son derece önemlidir. Halk, her zaman ve her durumda yönetimin sahibi olarak, yönetim şeklini belirleyecek yani egemenliği kendi elinde tutacak, yöneticiyi belirleyecek, yani seçimlerde oy kullanacak, sonra seçtiği ya da seçilen yöneticiyi denetleyecek ve nihayet yöneticiyi değiştirebilecektir. Yani halk yönetim sürecinin her aşamasında bulunacak ve bütün güçleri kontrol edecektir.
Yönetimin sahibi olarak halkın oluşturduğu en büyük teşkilat devlettir. Devlet kollektif bir güçtür. Kaynağı halktır yani, devlet, gücünü haklktan alır. Halkın gücü devletin elinde tezahür eder. Başka bir ifadeyle halk, kendi gücünü “Devlet” şeklinde hisseder. Demokrasi öncesi idarelerde de halk ve devlet vardır ve halk esasen kendi gücü olan devletin karşısında çoğu zaman çaresiz kalmıştır. Monarşi idarelerinde halk kendi gücünün, yani devletin gücünün altında ezilir. Zira o güç halktan kaynaklanır fakat halkın kontrolünde değildir. İşte demokrasi bu gücü yani devleti, halkın kontrolünde tutmakta bu güne kadar bulunabilmiş en iyi yönetim tarzıdır.
Halk yönetme yetkisini nasıl kullanacak, yani yönetimi nasıl beklirleyecek, denetleyecek ve değiştirecektir? Hangi vasıtaları kullanacak veya hangi vasıtalarla bu görevini yerine getirecektir?
Siyasal Partiler ve Seçim
Demokrasi, herşeyden once Seçim, Katılım ve Eşit Oy zemininde durur ve orada gelişir. Yalnızca Seçim yeterli değildir, seçime herkes katılmalıdır. Herkesin katılması da yeterli değildir, oylar eşit olmalıdır. Eşit oy demokrasilerde farklı görüş ve düşünce sahiplerinin bir arada ve uzlaşı içinde yaşamasını sağlayacaktır. Demokrasiyi “Halk İdaresi” yapan özellik işte burada saklıdır. Halkın tam bir eşitlik anlayışı içinde yönetimi belirleme, denetleme ve değiştirme işlevini yerine getirebilmesinin demokrasilerdeki vasıtası Siyasal Partilerdir. Buna “Çok Partili Siyasal Hayat” denir. Siyasal Partiler, benzer dünya görüşünü paylaşan yurttaşların oluşturdukları yönetsel kümelerdir. Halk bu kümeler içinde yer alarak demokraside kendisine yüklenilen sorumlulukları yerine getirebilir. Bundan dolayı siyasal partiler demokrasilerde son derece önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 68. maddesinde de “Siyasal Partiler demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” diye yazmaktadır. Buradan da açıkça anlaşılacağı üzere siyasal partisiz bir demokrasi olamaz ve düşünülemez. Halk, siyasal partiler vasıtasıyla demokratik görevlerini ya da sorumluluklarını yerine getirebilir. İşte burada en önemli husus, seçim yoluyla yani demokratik yoldan ve halkın katılım ve desteği ile iktidara ( devlet gücü) sahip olan bir siyasal kadro acaba daha sonra bu gücü elinden bırakmak istemezse halkın buna müdahalesi nasıl ya da ne şekilde olur? İşlte bu soruna karşı demokrasi “Kuvvetler Ayrılığı” formülünü geliştirmiştir.
Demokrasi ve Kuvvetler (Erkler)
Demokraside kuvvetler (Erk) yukarıda sözü edilen kollektif gücün doğru kullanılmasının unsurlarıdır. Yasama, Yürütme, Yargı olarak 3 ana başlıkta toplanan bu kuvvetlere günümüzde Medya (Mas Media) ve Sivil Toplum Kuruluşlarını da eklemek mümkün ise de esas kuvvet ilk üçüdür. Bir ülkede yönetimin demokrasi ilkelerine uygun olarak sürdürülebilmesi bu kuvvetlerin uyum içinde çalışmasına bağlıdır. Her ne kadar kuvvetler bibirinin altında ya da üstünde değilse de yönetimde adalet, eşitlik ve katılım şartlarının gerçekleşmesinde bu kuvvetlerin etki alanı ve gücü birbirinden çok farklıdır.
Şimdi bu kuvvetleri ayrı ayrı ele alalım ve bir birleriyle ilişkisini irdeleyelim:
Yasama Kuvveti:
Bilindiği gibi Yasama Kuvveti Yasa Yapma gücünü temsil eder. Uygulamada bu güç seçilmiş Meclisin elindedir. Yine Yasama organı tarafından yapılan yasalarla belirlendiği üzere belirli aralıklarla- genellikle 4-5 senedir- yapılan seçimlerde halkın siyasal partiler aracılığı ile yönetimde söz sahibi olmasını sağlar. Siyasal partilerden bağımsız olarak yasama organına girmek de mümkün ise de yasama organlarında bu şekilde seçilmiş üyeler fazla bulunmamaktadır. Yasama Organı, temsilî demokrasilerde halk adına egemenliği kullandığı için son derece saygın bir yere ve konuma sahiptir.
Yasama Organının oluşmasında anayasanın 68.maddesinde önemi vurgulanan siyasal partiler en önemli araçtırlar. Halk bu araçlarla yasama organı içinde yerini alır ve görüş ve düşünceleri bu yolla yönetime yansır. Benzer dünya görüşünü paylaşan yurttaşlardan oluşan siyasal partiler seçim zamanlarında halkın önüne, savundukları dünya görüşü ve kalkınma programlarını içeren programları ile çıkarak ondan yönetme yetkisi talebinde bulunurlar. Programlarını uygulayacakları kadroları da halka takdim ederler. Bu şekilde birbirleri ile yarışan siyasal partiler aldıkları oy oranında Meclis’de sandalye kazanarak yasama organını oluştururlar. Demokrasi esas itibariyle çoğunluk rejimi olmadığı için toplumda var olan her görüş ve düşüncenin taraftarı oranında yasama organında temsil edilmesi esastır. Zira aynı zamanda özgürlükler rejimi olan demokraside her görüş ve düşünce saygındır. Yönetimde ağırlığı ise aldığı oy ile doğru orantılıdır. Toplumda her görüş ve düşüncenin serbestçe kendini ifade edebilmesi ve yasama organı içinde yerini alabilmesi için seçim kanunlarının buna göre düzenlenmesi şarttır. Yani barajsız seçim kanunları gereklidir. Nisbî temsil sistemi denilen ve Türkiye’nin de 1961 yılından beri uygulamakta olduğu seçim sisteminde 1961-1977 yılları arasını içine alan 5 seçim döneminde Türkiye bu sistemi uygulamıştır. Bu sistemde en çok eleştirilen husus Meclisin çok parçalı olacağı ve hükümet kurmanın zorlaşacağı, yani tek partili iktidarların mümkün olmayacağı yönündedir. Bu görüş güçlü Yürütme organı isteğini ifade etmektedir. Oysa barajsız sistemin uygulandığı 1961,1965, 1969, 1973 ve 1977 seçim dönemleri barajlı sistemin uygulandığı 1983 ve sonraki dönemlerden daha parçalı değildir. Barajsız sistemin uygulandığı dönemlerde 1965, 1969, 1973 ve 1977 seçimlerinde %40 ve hatta 1965 genel seçimlerinde bir parti %52 gibi yüksek oranlara ulaşırken , barajlı sistemin uygulandığı yıllarda partilerin oyları bu seviyelerin altında kalmıştır.
Şimdi 1961den günümüze seçim sonuçlarını izleyelim[1]:
Şimdi de barajlı dönemin ( %10) seçim tablolarını görelim:
Seçim kanunları o kadar önemlidir ki, seçimlerden birinci çıkan partinin oy oranı düştüğü halde milletvekili sayısı artmıştır.
Genel Seçim sonuçlarını gösteren tablolardan da anlaşılacağı gibi seçimlerde baraj uygulaması oyların çeşitli partilere dağılmasını önlememiştir. Başka bir ifadeyle halk birkaç parti etrafında toplanmamış, barajı aşamayacağı açıkça bilinen partilere oy vermeye devam etmiştir. En son seçimi örnek alırsak seçime katılan 14 partiden 11 tanesi %5 ve altında oy almıştır. 2002 seçimlerinde ise başka bir ilginç tablo ortaya çıkmıştır. Seçimlere 18 parti katılmış ve bunlardan yalnızca 2 tanesi %10 barajını aşabilmiştir. Barajı aşarak TBMM’ye girebilen 2 partinin aldığı oy oranı %54dür. Yani halkın oylarının %46sı TBMM’de temsil imkanı bulamamıştır. Başka bir çarpık durum da bir partinin aldığı oy oranından çok daha yüksek bir oranla milletvekilliği kazanmasıdır. 1987 ve 2002 seçimleri çok tipik örneklerdir. Bu dönemlerde seçimlerde birinci olan partilerin oy oranı %36 ve 34 iken parlamentoda temsil oranı %64 ve %66 olmuştur. Yani partiler aldıkları oydan çok daha fazla milletveilliği kazanmışlardır. Bu durumda parlamentoda “Temsil Sorunu” ortaya çıkar.
Yasama’nın Oluşumunda “Güçlü Genel Başkan” Etkisi
Yasama Meclisinin oluşumunda her zaman halkın şikayetine konu olan diğer bir husus da parti genel başkanlarının konumudur. Türk Demokrasi tarihinde uygulanan seçim sistemleri parti genel başkanlarını adeta “Tek Seçici” haline getirmiş ve bu yönüyle demokrasimiz çoğu zaman halkla sorunlu hale gelmiştir. Halk kendi temsilcisi olacak milletvekillerini değil de Genel Başkanın getirdiği milletvekili listesine oy vermek durumunda kalmıştır. Seçimlere bu yönüyle bakıldığında Genel Seçimler adeta “Genel Başkan” seçimlerine dönüşmüştür. Bu durumun zorunlu sonucu olarak da seçim kampanyaları genel başkanların mücadelesi olarak geçmiştir. 29 Mart 2009 Yerel Yönetimler seçimi bile Türkiye’de genel başkanların yürüttüğü kampanyalarla hatırlanacaktır. Demokrasinin, kendi tanımına uygun olarak halk idaresi olabilmesi için şüphesiz halkın daha etkin olması gerekir. Gerek siyasî partiler Kanunu gerekse de seçim kanunları gerçekte bütünüyle halkın örgütleri olması gereken siyasal partileri bir kere partinin başına geçmiş genel başkanın örgütü haline getirmiştir. Genel başkanların değişmesi hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Bundan dolayı Türkiye’de siyasal parti genel başkanları -tabir yerindeyse- kayd-ı hayat şartı ile seçilir ve bir daha da demokratik kural ve yollarla asla değişmezler. 5,10, 15 ve hatta 30 yıl veya daha fazla genel başkanlık yapmış politikacılar vardır.
Güçlü genel başkanlık sistemi sayesinde tek seçici durumunda olan genel başkanlar seçimi kazanarak meclise girdikleri zaman yasama organını, iktidar oldukları zaman da Yürütme organını kendi güçlü ellerinde tutmakta ve ve demokrasimiz adeta kişi veya zümre idaresine dönüşmektedir. Gerek düşüncelerinde ve gerekse uygulamalarında ve hatta kişisel ilişkilerinde genel başkanı ile paralel yürüyemeyen bir pokitikacı en yakın seçimde tasfiye edilmektedir. Güçlü genel başkan meclisin iradesini adeta tek başına temsil etmektedir. Yürütme organının başı olan genel başkan yasama organının da başı ve “lider”konumuyla kuvvetler ayrılığı ilkesini kuvvetler birliğine dönüştürebilmektedir.
Yürütme Organı
Yürütme Organı yasama meclisi üyeleleri arasından- dışarıdan da almak mümkündür- başbakanın (Genel Başkan) belirlediği isimlerin cumhurbaşkanınca atanması şeklinde oluşmaktadır. Bütünüyle genel başkanın iradesiyle oluşmuş yasama meclisinin üyeleri arasından yine genel başkanın iradesiyle oluşmuş Yürütme organı bulunmaktadır. Eğer bu duruma genel başkanın iradesiyle seçilmiş Meclis başkanı ve Cumhurbaşkanını da ilave edersek Türk demokrasinin “Tek Kişi” yönetimine dönüşmüş olduğu açıkça görülecektir. Partilerin il ve ilçe teşkilatları, Genel Merkez organları, delegeler ve tüm diğer üyelerin hepsinin de aynı sistem içinde genel başkanın güçlü iradesine bağlı olduğu bir siyasal hayat bulunmaktadır. Bu durum Türkiye’nin çok partili siyasal hayata geçtiği 1946 yılından beri hemen hemen hiç değişmeden sürüp gelmektedir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye’de 65 yılını doldurmuş olan demokratik siyasal hayat, İnönü, Bayar, Menderes, Demirel, Erbakan, Türkeş, Özal, Erdoğan… gibi güçlü genel başkanlığın sembolü isimlerle anılmaktadır.
Güçlü genel başkanlar, sadece Yürütme organının değil aynı zamanda Yasama organının da – genel başkanlığı sebebiyle- lideri durumunda oldukları için Yasama ve Yürütme organları tek kişinin iradesine bağlı bulunmaktadır. Diğer bir husus da şudur: Yürütme organının üyeleri (Bakanlar) aynı zamanda Yasama organının da üyeleridir. Bu konumlarıyla Bakanlar milletvekili olmaları gereği aktif siyasetin de uygulayıcıları olmak durumundadırlar. Eğer bütün mesaisini bakanlık bürokrasisi içinde yürütür seçim bölgesini ihmal ederse gelecek seçimlerde parti o bölgede oy kaybına uğrayacağı için bakan bir daha seçilemeyebilir. İşte bu sakıncayı (!) ortadan kaldırmak için bakanlar özellikle seçim bölgelerine yatırım yapmak zorunda kalırlar. Bakanlığının çalışma alanına uygun yatırımlar- bunlar arasında havaalanı yapmak, okul açmak ya da açılmış bir okulu kendi iline taşımak gibi yatırımlar vardır- yapmak zorunda kalırlar.
Yasama Organı
T.C. Anayasası 3. Bölümü Yargı başlığını taşımaktadır. Bu bölümde 138-160. maddeler bütünüyle yargının bağımsızlığı ve işleyişi ile ilgilidir. 138. madde “ Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez…”.
Yukarıdaki Anayasa hükmünden de açıkça anlaşılacağı gibi mahkemelerin verdikleri kararların, yani hukukun yasama ve yürütme karşısında üstünlüğü vardır ve bu açık hükümleler kayıt altına alınmıştır. Fakat unutulmamalıdır ki, bütçe ve kadro durumlarını bir kenara bıraksak bile yargının işleyişinin sağlanması hususiyle yürütmenin elindedir. Zaman zaman yurt sathında yargının yürütme ile olan ilişkisinin tartışıldığı bilinen bir gerçektir. Yargı organlarının da zaman zaman bazı uygulamalardan müşteki oldukları bilinmektedir.
Sonuç:
Demokrasinin uygulanabilir veya yaşanabilir bir rejim olması hiç şüphe yoktur ki, Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin ana ilke olması ile mümkündür. Günümüzden 260 sene önce Fransız filozofu Montesquieu, kuvvetler ayrılığının önemini vurgulamış ve “ …eğer yasama, yürütme ve yargı aynı elde toplanırsa o ülkede korkunç bir zulüm hüküm sürer…” demiştir. ( Kanunların Ruhu Üzerine II, Çev. Fehmi Baldaş, M.E. B. Yayını Ankara 1965). Esasen monarşi ile cumhuriyeti ve demokrasiyi birbirinden ayıran en temel fark kuvvetlerin kimin elinde ve kim tarafından kullanılıyor olmasındadır. Bilindiği gibi monarşi idarelerinde monark, yasama, yürütme ve yargı kuvvetini kendi elinde toplar ve kullanır. Yayınladığı emir ve fermanlar yasa hükmündedir, bütün devlet görevlileri yürütme işini üstlenirler ve gerek gördüğü hallerde de monark idam, sürgün vb. cezalar vererek yargı yetkisini de kullanabilir. Fakat demokrasilerde kuvvetler bir elde toplanamaz. Bu ilke demokrasiyi gerçek anlamda “Halk İdaresi” yapan husustur. Çünkü kolektif bir güç olan devlet, halka baskı olarak yansıyabilir. Bu durumda halkın (yurttaşların) güvencesi hukuktur. İşte bu bakımdan demokrasilerde “Hukukun Üstünlüğü” ilkesi vardır ve bu ilke devlet gücüne muhatap olan her yurttaşın mal, can ve diğer güvenliklerinin garantisidir. Hukukun Üstünlüğü’nün garantisi de Kuvvetler Ayrılığı ilkesidir. Bu iki ilke birbirinin hem sebebi hem sonucudur. “Kuvvetler Ayrılığı” esas alınmaz ise Hukuk hiçbir zaman üstün olamaz.
Diğer bir husus, yukarıda açıklanmış olan “Güçlü Genel Başkanlık” la özdeşleşen çok partili siyasal hayatın kaçınılmaz sonucu olarak Yasama, Yürütme’nin etkisi ve tesiri altına düşmektedir. Yürütmenin başı olan Başbakan, Genel Başkan olmasından dolayı, Yasama Meclisinin çoğunluğunu oluşturan parti üyelerinin de başkanıdır. Hatta o üyeleri aday yaparak milletvekili seçilmelerini de sağlamış ve gelecekte de aynı görevi yapacak durumda olması sebebiyle genel başkanın mutlak otoritesi yasama meclisi üyeleri üzerinde hissedilmektedir. Bundan dolayı yakın siyasal hayatımızda çok görüldüğü üzere Başbakan (Genel Başkan) meclise hiç de danışmadan her hangi bir yerde yaptığı bir konuşmada “…Meclisi hemen toplarız… Bu kanunu hemen çıkarırız….” gibi açıklamalar yapabilmektedir.
İktidar partisi olamayan siyasal partilerimizde de benzer tavır ve davranışlar görülmektedir. Özellikle yeni kurulan kabinelere güven oyu verilip verilmemesi hususlarında çoğu zaman genel başkanlar parti gruplarına danışmadan her hangi bir yerdeki bir konuşmasında “… Bu iktidara güven oyu vermeyeceğiz… “ ya da “…Bu iktidara güven oyu vereceğiz…” gibi açıklamalar yapabilmektedirler. Hatta parti içi disiplini sağlamak adına siyasal partilerin “Grup Kararı” alması hususu da vardır ki, milletvekillerinin hür iradeleri ile hareket edip edemedikleri açısından tartışılması gereken ayrı bir konudur.
Demokrasinin bir “Özgürlükler Rejimi” olduğu hususu da her türlü tartışmanın dışındadır. Özgürlüklerin güvencesi de tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi Hukuk’tur. Demokrasi anlayışında ve uygulamada şurası çok önemlidir ki, gerek yurttaşların din, mezhep, dil, ırk, soy, cinsiyet, statü vb. gibi kişisel özellikleri ve gerekse de örf, adet, gelenek, görenek gibi sosyal özellikleri diğerlerine karşı ne iyidir, ne de kötüdür, Başka bir ifadeyle ne üstündür, ne de zayıftır. Fakat halk içinde özellikle de çoğunluk anlayışı içinde duruma bakıldığında bazı bireysel veya sosyal yapı veya özelliklerin toplumda yadırgandığı, horlandığı ve hatta engellendiği de zaman zaman görülegelmiştir. İşte bu durumda yine bireylerin güvencesi hukuktur. Zira demokrasilerde başkalarına zarar vermeyen her davranış serbesttir. Bu özgürlükler alanına girer. Özgürlüklerin güvencesi de hukuktur.
Son söz: Kuvvetler ayrılığı ilkesi içinde kuvvetlerin birbirlerinden üstünlüğü ya da zayıflığı söz konusu değildir. Aynı şekilde kuvvetlerin bir birinin üstünde ya da altında olması da söz konusu değildir. Fakat unutulmamalıdır ki, Yasama ve Yürütme kuvvetleri toplumda belirli oluşumlar içinde toplanan yurttaşların temsil edildiği organlardır. Yani her ikisinde de Siyasal Parti ağırlığı vardır. Bundan dolayı Yasama ve Yürütme, her ne kadar görevlerinde eşitlikçi bir anlayışla hareket etseler de doğalarında toplumsal gruplaşmalar, kümeleşmeler vardır. Fakat Yargı öyle değildir. İşte bundan dolayı Yargı gerçek anlamda bireylerin tamamına eşit uzaklıkta bulunan Üstün” organdır. Yine yakın dönem siyasal hayat incelendiğinde iktidarların (Yürütme ) yargı kararlarından çok rahatsız oldukları ve sürekli şikayet ettikleri bilinmektedir. Bilhassa iktidarların “…kendi kadroları ile çalışmak istemeleri…” gibi hiçbir yasal dayanağı olmayan bazı talepleri ve hatta uygulamaları idarî yargı tarafından engellendiği zaman siyasal iktidarların, bu durum karşısında “Yargı elimizi kolumuzu bağlıyor…” şeklinde şikayetleri de bilinmektedir. Yazımızı hukukun herkese lazım olduğu şeklindeki özlü sözle bitiriyoruz.
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|