TERÖRLE MÜCADELENİN DİĞER BOYUTLARI
Prof. Dr. Durmuş Yılmaz
Terör Anadolu’nun kaderidir. Tarihi de pek eskidir. Özellikle Anadolu “Türkiye” olduktan sonra terör bu topraklarda bir “müdahale vasıtası” olarak yabancılar tarafından kullanılmaya devam edilmiştir. Osmanlı devleti zamanında gayrımüslimler, özellikle de Ermeniler terörde bir piyon olarak kullanılmışlardı. Cumhuriyetin ilanından sonra da Türkiye’nin bütünlüğünü bozabilmek için, hem din hem de ırk ögeleri kullanılmıştır. Türk Milleti kavramının içini boşaltabilmek için Kürtlük ya da Alevilik gibi kavarmlar siyasal bir anlam yüklenilerek millet bütünlüğünün parçalanmasında bir kimyasal gibi kullanılmaya başlanmıştır. 1920 yılında Osmanlı devletine imzalattırdıkları Sevr antlaşması ile Doğu Anadolu’yu Ermenilere vaad ederek Anadolu’nun Türk-İslam karakterini değiştirmeye çalışan batı emperyalizmi, bunu başaramayınca Doğu Anadolu insanını “Kürtlüğü” ileri sürerek ayaklandırmayı denemiş ve böylece Lozan’ın intikamını almak istemiştir. Cumhuriyetin ilanından sonraki irili ufaklı ayaklanmaların tamamı dış kaynaklıdır. 1940-1970 yılları arasında bölge en huzurlı dönemini yaşadığı gibi Türkiye de bölgeden kaynaklanan bir huzursuzluk yaşamamıştır. Bu durumda, izlenen sağlam ve birleştirici politikaların rolü büyüktür. 1970’lerden sonra Türkiye’nin iç politikasında özellikle dinsel popülizm ( Halk dalkavukluğu) bir politik faktör olarak kullanılmaya başlamış ve bu yanlışlıklar Türkiye’nin bu bölgesinde diğer bölgelerden daha fazla etkili olmuştur. 1984 yılından sonra ise bütünüyle dış kaynaklı silahlı terör (PKK) bölgeyi sarmıştır. Siyasal yöneticiler (Politikacılar) yaklaşık 25 senedir devam eden bu terör hareketi konusunda maalesef sağlıklı ve doğru bir değerlendirme yapamamışlardır. Hastalığın sebebini doğru teşhis edemediklerinden doğru tedaviyi de başlatamamışlardır. Bundan öncekilerde oluğu gibi bu günkü siyasal yöneticilerimizin de terörle mücadele konusunda teşhisleri de öngördükleri tedavileri de kullandıkları vasıtaları da yanlıştır. Detayına girmeden söyleyelim ki, bu günkü mücadele terörün sadece bir boyutuna yöneliktir. Yani bu gün terörle sadece Türk Silahlı Kuvvetleri mücadele etmektedir. Yani terörün dağa çıkmış silahlı unsurları ile mücadele edilmektedir. TSK terörün bu boyutu ile mücadelesini sürdürmektedir. Askerimizin bu mücadeledeki üstün başarısı ve özverisi her türlü takdirin üstündedir. Fakat devletin diğer kurumları nerededir? Dış desteklerin kesilmesini sağlayacak olan Dış İşleri Bakanlığı, terörün mali kaynaklarını kesmesi gereken Maliye Bakanlığı, yurt dışından gelen silah, cephane, araç, gereç vs. yi önlemesi gereken istihbarat ve gümrük birimleri acaba ne yapıyorlar? Tarım Bakanlığı acaba bu mücadelenin neresindedir? Doğu ve Güneydoğu’nun en önemli geçim ve gelir kaynağı olan hayvancılık acaba şimdi ne durumdadır? Şimdi hepsinden daha önemli bir noktaya işaret etmek istiyorum: Dağdaki terörün insan kaynaklarını oluşturan kesimi kontrol altında tutması gereken Millî Eğitim Bakanlığı acaba görevini yapıyor mu? Bu gün Güneydoğu dağlarında dolaşan 20 yaşlarındaki eli silahlı teröristler acaba 7-8 sene önce neredeydiler? Hangi köyün okulunda, hangi öğretmenin önünde idiler? Acaba onlardan 23 Nisan veya 29 Ekim bayramlarında şiir okuyanlar var mıydı? Varsa nasıl oluyor da bu çocuklar bir müddet sonra ellerine silah alarak dağa çıkıyor ve ilkel bir mağara devri hayatı yaşamayı seçebiliyorlar? Bu çocuklar neden büyüyünce öğretmen olmak, hemşire olmak, polis olmak, doktor olmak istemiyor da eline silah alarak dağa çıkıyor? Konunun bu bölümünü çok uzatmak mümkündür, fakat biz şimdi tekrar soralım: Terörle mücadeleyi neden yalnızca Türk Silahlı Kuvvetleri yapıyor? Silahsız kuvvetlerimiz bu mücadelenin neresindedir ve ne yapmaktadır? Sonuç: Terörle Mücadele, topyekun mücadele olmalıdır. Silahlı Kuvvetler dağa çıkan teröristi yakalayacak veya etkisiz hale getirecektir. Bu onun görevidir. O da bu görevini en iyi şekilde yapmaktadır. Fakat dağa giden yolu kontrol edecek ve o yoldan gidilmesini önleyecek olanlar başta Millî Eğitim Bakanlığı ve halka hizmet götürmekle görevli diğer bakanlıklardır. Onbinlerce öğretmen işsiz gezerken Güneydoğunun köy ve kasabalarının öğretmensiz olması acaba yalnızca kadro ve para meselesi midir? Öğretmenin maaşından yapıldığı sanılan ayda bin liralık bir tasarrufun devlete çok daha pahalıya mal olduğunu acaba yetkililer ne zaman görecekler? |
|
||||||||||||||||||||||||||
|