ERMENİ MESELESİNDE TÜRKİYE’NİN MUHATABI KİMDİR?
< - Geri Dön Eklenen Yorumlar Yorum Ekle 

ERMENİ MESELESİNDE TÜRKİYE'NİN MUHATABI KİMDİR?

Doç. Dr. Durmuş Yılmaz

   Ermeni Meselesi, tarihî derinliği 9 asırdan fazla , siyasî derinliği de 140 seneyi geçmiş olan bir meseledir. Gerçekten de Müslüman Türklerin Anadolu'ya geldiği 11. yüzyıldan bu yana Türk-Ermeni ilişkileri devam etmektedir. Bu zaman içinde Anadolu'da , Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan önce ve yıkılışından sonraki Beylikler Dönemi, Anadolu Selçukluları Dönemi, Osmanlı Devleti dönemi birlikte yaşanmıştır. Bu uzun yılları hemen hemen sorunsuz geçiren Türk (Müslüman) ve Ermeni (Hıristiyan) halkı, 1863 yılında Ermenilerin ayrı bir "Millet" statüsü kazanmaları ile karşılıklı olarak siyasî sorunlar yaşamaya başlamışlardır. O güne kadar, "Millet-i Sadıka" (devlete bağlı azınlık halk) olarak bilinen Ermeniler** o günden sonra yavaş yavaş devletten uzaklaşmaya, ayrılıkçı ve terörist örgütlerin içinde yer almaya ve Türkiye topraklarını paylaşmak için bir birleriyle anlaşan ve 1877-78 savaşı ile de Doğu Anadolu'nun önemli bir kısmını işgal eden sömürgecilerle iş birliği yapmaya başlamışlardır. İşte bu gün söz konusu olan "Ermeni Meselesi" de böylece ortaya çıkmıştır. Meselenin esasını da 24 Nisan 1915 ve 27 Mayıs 1915 tarihli Osmanlı Hükümeti'nin 2 kararı teşkil etmektedir ki, birincisi, Ermeni örgütlerinin kapatılması, yöneticilerinin tutuklanması, defterlerine el konulması ve olaylara karışan ya da karışma eğiliminde olan Ermenilerin topluca uyarılması şeklindedir. Meclis-i Mebusan üyesi ( milletvekili) olan Ermenilerden de yardım istenmiştir. Fakat bu karar beklenen sonucu doğurmadığı gibi Orduda görev yapan bir kısım Ermeninin silahlarıyla birlikte firar ettikleri ve Rus ordusuna katıldıkları haberleri de alınmıştır. Diğer taraftan Ermenilerin topluca silahlandıkları ve en yakınlarındaki Türk (Müslüman) köylerinden başlamak suretiyle katliamlara giriştikleri haberleri de ülkenin her yerinde derin infiale sebep olmuş ve Türk köylerinde de Ermenilere karşı silahlı hazırlıklar yapıldığı duyulmaya başlanmıştır. Bu günler Çanakkale savaşının da bütün acımasızlığı ile devam etmekte olduğu ve her gün sayıları on binlerle ifade edilen Türk askerinin şehit düştüğü günlerdir. Batı cephesinde Türk Milleti ölüm-kalım savaşı verirken, 15 yaşından 45 yaşına kadar eli silah tutan her Türkün askere çağrıldığı bir zamanda, halkı sadece kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve hastalar olan savunmasız köylerin Rus askerleri ile işbirliği yapan asker kaçağı Ermeniler eliyle katliamlara tabi tutulacağı haberi Osmanlı Hükümeti'ni ciddi bir tedbir almaya zorlamıştır. İçişleri Bakanlığının hükümete sunduğu tezkire ile savaş alanı içinde veya yakınında oturan Ermenilerin gerekli tedbirler alınarak savaş bölgelerinin uzağına, daha emniyetli yerlere nakli istenmektedir. İçişleri Bakanlığının isteğini uygun bulan hükümet 27 Mayıs 1915 tarihli kararıyla bir kısım Ermeni halkın yerlerinin değiştirilmesine karar vermiştir. Bu kararın başlangıcındaki bir cümleyi aynen aktarıyorum.
   "Filhakika devletin muhafaza-yı mevcudat ve emniyeti uğruna (...) Nezaret-i müşarünileyhaca bu emirde iptidar olunan icraatdaki isabet bedihi olduğundan tezkire-i mezkurede dermiyan kılındığı üzere muharrer'ül esami kur'a ve kasabatda sâkin Ermenilerden nakli icap edenlerin mahall-i mürettebe-i iskaniyelerine müreffehen sevk..."
Metnin sadeleştirilmiş şekli:
   "Gerçekten de, devletin varlığı ve güvenliği için (...) Söz konusu bakanlığın bu emre esas olan uygulamadaki isabeti açık olduğundan, söz konusu tezkirede belirtildiği üzere aşağıda ismi yazılı köy ve kasabalarda oturan Ermenilerden nakledilmesi gerekenlerin güvenli bir şekilde nakil yerlerine sevk edilmesi...."
    Belgenin tam metni dipnotta gösterilen adreste mevcuttur. Tamamı okunduğu zaman da açıkça görülecektir ki, Osmanlı Hükümeti Tehcir Kararı olarak bilinen bu kararıyla sadece Türklerin değil Ermenilerin de güvenliğini gözetmiş ve onları savaş alanı dışına çıkararak her hangi bir şekilde zarar görmelerine izin vermemiştir. Eğer öyle olmasaydı, açıkça ifade edebiliriz ki, Ermeni terör örgütleri ve asker kaçaklarının uyguladığı katliama karşılık vermek isteyecek Türkler silahlanacaklar ve belki de intikam duyguları ile Ermenilere saldırabileceklerdi. İşte bazılarının göremediği ya da görmek istemediği gerçek budur. Osmanlı hükümeti kendi teb'ası olan Ermenilerin de güvenliğini düşünmüştür.
    Bu gün bahsettiğimiz olaylarla ilgili olarak Osmanlı arşivlerinde bulunan belgelerin çok büyük bir kısmı yayınlanmıştır. Bunlar toplam 7 cilt halinde olup yaklaşık 5 bin sayfa tutmaktadır. Yayınlanmayan belgeler de arşivde araştırmacıları beklemektedir. Herkese açık olan arşivlerimizden Ermeni tarihçiler de yararlanmaktadır. Fakat şurası çok ilginçtir ki, Profesör Halil Berktay gibi bir kısım tarihçiler maalesef belgeyi okusalar bile anlamamaktadırlar. Profesör Berktay, 7 Mart 2005 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında İçişleri Bakanı Talat Paşa'nın Diyarbakır Valisine gönderdiği bir telgraftan söz ederken "...Talat, tedbir derken neyi kastediyor, tehciri mi katliamı mı ?..."diyor. Yani Talat Paşa'nın o telgarfta Ermenilerin katledilmesini emrettiğini dolaylı yoldan söylemek istiyor, hem de güya belge gösteriyor. Oysa Profesör Berktay'ın sözünü ettiği belgede İçişleri Bakanı Talat Paşa, bizim yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Ermenilerden zarar görmüş halkın intikam duygusuyla silahlanarak Ermenileri ve hatta diğer Hıristiyanları katletmesinden korkulduğunu, ve Valiliğin bu tür olaylar için sıkı önlemler alması gerektiğini, alınan duyumlarda yedi yüz kişinin şehirden çıkarılarak katledildiğini, eğer bu tür öldürme olayları derhal durdurulmazsa civar vilayetlerde de benzer olayların görülme ihtimali olduğunu, ve eğer doğruysa bu tür öldürme olaylarının önlenmesi için her türlü tedbirin alınmasını, bir an evvel durumun İstanbul'a bildirilmesini emretmektedir. Belge 29 Haziran 1915 tarihini taşımaktadır ve Osmanlıca aslı BOA, DH.ŞFR.nr.54/406'da kayıtlıdır. Ayrıca bu belge yayınlanmıştır da. Profesör Berktay büyük ihtimalle bu belgenin aslını görmeyip İngilizce çevirisini okumuş olmalıdır. Zira Vahank Dadrian gibi bir takım Ermeni tarihçiler bu belgeyi "Soykırım Emri" olarak yayınlarında kullanmaktadırlar. Dayandıkları da belgede geçen şu cümledir: "Ermeniler hakkında ittihaz edilen tedabir-i inzibatiyye ve siyasiyyenin diğer Hıristiyanlara teşmili kat'iyyen gayri caiz olduğundan..." Bu tarihçilere göre bu cümlede Talat Paşa, güya öldürülme emri yalnızca Ermeniler içindir, diğer Hıristiyanlar için değildir, diyormuş. Dadrian'ın son kitabının başlığı da Warrant For Genocide ( Soykırım Emri)dir ve kitabının başına da Profesör Berktay'ın bahsettiği belgenin İngilizce çevirisini koymuştur. Belli ki, belgede geçen "Ermeniler hakkında ittihaz edilen Tedabir-i inzibatiyye ve siyasiyye..." ifadesini hem Berktay, hem de Dadrian "Ermenilerin katledilmeleri için emir" olarak anlıyorlar. Dadrian'ın kötü niyetli olduğu tartışmasızdır, fakat Profesör Berktay acaba bu ifadeyi neden böyle anlıyor da, gazetedeki röportajında " Talat, Tedbir derken neyi kast ediyor, Tehcir mi Katliam mı ? " diye soruyor. Az çok Türkçe bilen herkes anlamaktadır ki, bu cümlede kast edilen şey elbette "Tedbir"dir. Buradan katliam anlamı nasıl çıkarılır!!!
    Özetleyecek olursak, Bu gün Ermeni Meselesi adı altında, dünyanın pek çok ülkesi Türkiye'ye saldırmakta ve ülkemizi suçlamaktadır. Önce bir ilke üzerinde anlaşmak gerekmektedir. O da şudur: Herkes muhatabı ile konuşmalıdır. Politikacılar politikacılarla; Tarihçiler tarihçilerle. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti'nin bu konuda muhatabı da Ermenistan Hükümeti olmalıdır. Avrupalı parlamenterler veya hükümetler bu konuda ülkemizi suçlayamazlar. Suçlamaya kalkanlara uygun cevap verilmelidir. Almanya'nın da Fransa'nın da sicili, suçladıkları Türkiye'den daha kötüdür. Almanya, 2. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında krematuarlarda ( insan yakan fırın) öldürdüğü 7 milyon, evet yedi milyon Yahudi, Polonyalı ve Rus'un hesabını vermiş mi acaba? İşte bunun için Türkiye Ermenistan'dan gelen suçlama ya da iddialara cevap vermeli, diğerlerini karıştırmamalıdır. Hele hele, "Bu meseleyi BM'ye havale edelim, onlar komisyon kursun, gerçekler ortaya çıksın..." türünden cevaplar Türkiye'yi çok sıkıntıya sokar. Musul Meselesi'ni bir kere hatırlamak yeterlidir.
    Sonuç: Ermeni Meselesi, her şeyden önce 1915 yılının şartları içinde değerlendirilmelidir. Osmanlı devletinin doğudan ve batıdan İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından kuşatılmış olduğu; Rus saldırılarını durdurmak isteyen 3. Ordu'nun Sarıkamış harekatı sırasında 80 Bin kayıp verdiği; Çanakkale cephesinde İngiliz ve Fransız saldırısı karşısında vatan savunması yapan Türklerin şehitlerinin sayılarının yüz binlerle ifade edildiği bir dönemin, bu şartları dikkate almadan değerlendirilebileceği hangi Tarih Metodolojisinde yazıyor? Tarihi olaylar kendi şartlarının dışında değerlendirilebilir mi? Yani her şey güllük gülistanlık bir zamanda Osmanlı hükümeti " memleketi şu Ermenilerden temizleyelim..." demiş öyle mi? Acaba, "Tehcir Kanunu etnik temizliktir" diyen Profesör Berktay'ın buna cevabı nedir?

< - Geri Dön

ÖZ GEÇMİŞ
İLETİŞİM
ZİYARETÇİ DEFTERİ
DİĞER BAĞLANTILAR
ANASAYFA
Vefat ve Teşekkür
GERİ DÖN
Ziyaretçiler
Toplam :   1988684
Bugün :   14
Aktif :   14

Örnek Köy


Anasayfa | Makalelerim | Kitaplarım | Güncel | Anketler | Yazılarım | Tartışalım | İletişim | Ziyaretçi Defteri | Öz Geçmiş

Web Tasarım: www.linearyazilim.com